Konumuzun özünü teşkil eden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Hizmet Hareketi'nin (Camia) ilişkilerine dair kısa bir hatırlatmayla başlayalım:

 

Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda:

 

AKP'nin kuruluşundan bu yana, demokratikleşme adımları ve çetelerle mücadele noktasındaki en büyük destekçisi şüphesiz Hizmet Hareketi oldu. Ergenekon yargılamaları, 12 Eylül referandumu, genel ve yerel seçimler hepsi camianın da destekleriyle başarıya ulaşan hareketlerdi.

 

Özellikle 12 Eylül referandumu, camianın tarihi boyunca tavrını en net ortaya koyduğu toplumsal olaylardan biriydi. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin “ Bu çok önemli konu için, seferber olmak lazım. Kadın erkek; dünyanın dört bir yanındaki bütün vatandaşlarımız bir şekilde bu oylamaya katılmalı, mümkün olsa mezardakiler de ayağa kalkıp “evet” oyu kullanmalı...” dediği 12 Eylül referandumu, AKP'nin bugün siyasi arenada elini güçlendiren, reformları rahatlıkla yapmasını sağlayan en önemli dayanağıydı.

 

Referandum sürecince camianın toplum üzerinde ne denli büyük bir etki ve mutabakat gücü olduğunu keşfeden AKP iktidarı, Tayyip Erdoğan'ın "ustalık" olarak nitelendirdiği 3. Döneminde, bu gücün bir gün yanında değil de karşısında olması ihtimalini daha derinden hissetti. Özellikle AKP'nin 3. Döneminde bu ihtimal göz önünde bulundurularak adımlar atıldı. Ta ki kamuoyunda 7 Şubat çatlağı olarak bilinen sürece kadar.

 

Bu süreçten itibaren Hizmet hareketini artık güvenilir bir kardeş değil de potansiyel bir rakip olarak görmeye başlayan Erdoğan, devletin kilit noktalarındaki kadrolarda revizyona gitti. Kamuoyunun "camia devletten tasfiye ediliyor" şeklinde yorumladığı bu revizyon istihbarat teşkilatından, emniyete, milli eğitimden başbakanın danışmanına kadar geniş bir alanda sürüp gitti.

 

Sürecin her adımı camia ile hükümet arasında daha derin çukurların oluşmasına neden oldu. Devlet kurumlarından jet hızıyla tasfiye edilen camia, biraz şaşkın biraz da kırgındı. Kader birliği ettiği dostları tarafından önce "sakıncalılar" listesine alınmış, ardından da uzaklaştırılmıştı.

 

Günümüze kadar uzayan sonraki süreçte toplumun bu iki önemli dinamiği hep basın yoluyla konuşmayı tercih etti. Hükümet kanadı çoğunlukla başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan ve hükümet sözcüleri üzerinden fikir beyan ederken, Hizmet adına açıklamalar bazen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bazen Zaman Gazetesi bazen de Hocaefendi'nin haftalık sohbetlerinin yayınlandığı herkul.org sitesi üzerinden yapılıyordu.

 

Dershanelerin konusu gündeme gelene kadar hep muğlâk sürdürülen tartışma ve sitemler, dershanelerle ilgili yasa tasarısının torba kanuna eklenip bir oldubittiye getirileceğinin anlaşılmasıyla birlikte aleni bir hal aldı. Camianın yayın organı Zaman Gazetesi ilk defa çok net manşetlerle konuyu gündeme taşıdı. Hizmet hareketinin tüm gündemi dershaneler oluverdi bir anda.

 

***

 

 

Ya Benimsin Ya Toprağın...

 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Psikolojik Savaş adlı kitabında "kontrollü gerilim"i şu şekilde anlatır:

 

"Psikolojik savaş yöntemlerinden bir tanesi kontrollü gerilim stratejisidir. Egemenlik duygusu evrensel bir duygudur. Güç odakları bu duygunun etkisi ile ellerindeki kontrolü kaybetmemek için gerilimi artırırlar ve gerilimden çıkar sağlarlar. Potansiyel tehlike olarak algıladıkları tehlikeyi kendi "savaş" kurallarına çekmeye çalışırlar. Kontrollü gerilim, güçlü tarafın egemenliğini elinde tutmak için geliştirdiği bir yöntemdir, kısa vadede sonuç verir. Uzun vadede silah geri teper."

 

Bu köşeyi takip edenler bilirler, önceki yazılarımda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kontrollü gerilim stratejisini çok başarılı ve verimli bir şekilde kullandığından söz etmiştim.

 

Bu durumun en yakın örneği, bir ara kontrolü elden kaçırır gibi olduğu Gezi Parkı eylemleriydi. Alkol satışına getirilen kısıtlama, 3. Boğaz Köprüsü'ne Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi ve son olarak Başbakan'ın parti grup toplantısında sarf ettiği "iki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyorken..."  diye başlayan cümle, ülkedeki siyasi tansiyonu bir anda yükseltmiş ve Taksim'de kıvılcım alan koca bir yangının çıkmasına sebep olmuştu. Ülkedeki gerilimin tavan yaptığı günlerde yurt dışına çıkan başbakan, vekili aracılığıyla yumuşattığı ortamı iyi değerlendirmiş, "faiz lobisi" gibi bir can simidinin de yetişmesiyle sahil-i selamete çıkmıştı.

 

Gezi olayları, hükümet açısından geri adım atmalarını gerektiren bir "musibet" olsa da Erdoğan'ın müthiş siyasi zekası ve kontrollü gerilim (kontrol biraz elden çıkmıştı ama yine de sonuç fena değildi kendisi için) stratejisi sayesinde küçük sıyrıklarla atlatılmıştı.

 

Girdiği her badireyi fırsata döndürmeyi ustalıkla beceren Erdoğan için yerel seçimler öncesindeki belki de en büyük handikap, hiç şüphe yok ki dershaneler meselesi.

 

Eğitimin yazboz tahtasına döndüğü, bakana özel eğitim sisteminin ihraç edildiği bir yapı ve onun devasa sorunları ortada duruyorken, sistemin "yırtık yamayan terzi"si olan dershanelerin alelacele kapatılmaya çalışılması büyük bir muammaya dönüşmüş durumda.

 

Gerekçelerini anlatmakta başbakanın, bakanların, milli eğitim bürokratlarının zorlandığı bir icraat girişimi var karşımızda. Ulusal basından günlerdir takip ettiğimiz bu gayret, oldukça ilginç bir mecrada, tuhaf bir üslupla ilerliyor. Birbirini tekzip eden açıklamalar, sorumluluktan kaçan konuşmalar var her televizyon kanalında.

 

Hükümet, kurulduğu günden bu yana kader birliği ettiği Hizmet Camiasını karşısına alma pahasına gözünü karartmış durumda. Yapılmak istenenin gayrı hukuki olduğu bilinmesine rağmen herhangi bir geri adım atmıyor duruşundan.

 

Okuduğunuz yazı kaleme alındığı saatlerde bakanlar kurulu bitmiş, hükümet sözcüsü Bülent Arınç Dershaneler konusunda ilgili taraflarla diyalog kurulacağını duyurmuş olsa da bu ne hükümet ne de dershane temsilcileri açısından sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. Zira haber bültenlerine konuşan ve sosyal medyadan fikir beyan eden dershane temsilcileri, gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçiler konunun şimdilik beklemeye alındığı noktasında hemfikir gibiler.