Dünya denen dinmez kargaşanın ortasına düşen herkesin kendine göre sayısız derdi var. İnsan dertsiz olmaz sonuçta. Dünyaya gelip de, adına yaşamak denen o büyük derdi omuzlayan insanın dertsiz olması da düşünülemez.
Derdimiz çok ve işimiz, uğraşımız gibi başımızdan aşkın. Nasıl anlatacağımızı bilemediğimiz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı sayısız sorun ve sıkıntımız var. Büyük usta Âşık Veysel’in ‘Derdimi söylesem derin dereye / Doldurur dereyi düz olur gider.’ diye dile getirdiği gibi, kelimelerin güç yetiremediği sayısız gailemiz var. Fakat yine de mücadele ediyoruz ve bu mücadeleden de hiç vazgeçmiyoruz. Niyazi Mısrî hazretin buyurduğu gibi derdimize derman arıyoruz, derdimiz bize derman iken.
Gündelik veya belli bir zamanı işgal eden sorunlarımız, bizim için ‘dert’ olarak kabul edilebilir mi, asıl cevap bulması gereken soru bu. Sonuçta gelip geçici her sorun, yerini başka ve farklı problemlere bıraksa da, hayatın çaresi olmayan kısır döngüsü bu.
Gelip geçici her soruna, ayrı tecrübe ve yetkinlik olarak da bakabiliriz. Fakat nihai olarak ulaşacağımız ve elde ettiğimiz tüm yetkinliklerin bizi her basamakta yükselteceği bir kemâl noktası olmalı. Ve asıl ‘dert’ edinmemiz gerekende bu olmalı.
Bir şeyi tecrübe etmek, onu öğrenmek, yaşamak demektir. Acı da, sevinç de, kimsenin daimi olarak elde edemediği mutluluk da yaşam tecrübesidir. İnsan her halükarda yaşayarak öğrenir. İnsan, yaşamadan öğrenemez ve öğrenmeden yaşayamaz. En başta okumak dediğimiz eylemde bile harflere mahkûmuz, ki bunun ötesine geçememek hakikatten haberdar olmayanların işi. Zaten ‘dert’ dediğimizde bunun ötesine, ötelerinde ötesine geçebilme işi.
İnsan bu dünyaya gelmeden, onu tecrübe etmeden, kirini ve nasıl kirlettiğini görmeden temizlenmek nedir bilemez. Geldiği yerde kir olmadığı için kirlenmenin ne demek olduğunu yaşayarak öğrenmesi gerekir. İnsan dünyaya geldiği gibi kalamaz. Dünyaya geldiği gibi kirlenir, kusurlu hale gelir. Kusur, temizlenmekle yükümlü olan içindir. Temiz olanın, kirlenmeyenin temizlenmek gibi bir yükümlülüğü de derdi de yoktur.
Âşık Veysel, ‘Anlatmam derdimi dertsiz insana / Dert çekmeyen dert kıymatın bilemez’ diyor. Dertli olmak anlaşılmaz ve anlatılmaz olmaktır. Başka şeyleri bilmek için uğraş veren ve kendini bilmeyi unutan akıl dertli değildir. Başka şeyleri bilmek kendini bilmekten sonra gelir. Başka şeyleri öncelemek kendini ötelemektir. Bu nedenle dertli olmak anlaşılmaz ve anlatılmaz bir hal alır.
Akıl; yani insan, öğrenmeye/tecrübeye muhtaç olandır. Özünü/aslını arayan, nerden/nasıl geldiğini ve nereye/nasıl gideceğini bilmeye ihtiyaç duyandır. Bu, kendini/hakikatini öncelemektir. Yani her istediğini değil, yapması gerekenleri yerine getirmesi, öğrenmesi, tecrübe etmesidir. İnsanın kendi hakikatinden başka şeylere yönelmesi, aklın insan ile olan bağını da zayıflatır. İnsanın asıl derdi ile olan bağı da buna bağlı olarak zayıflar. İnsanı değerli kılan derdidir. Derdi ne ise kıymeti de o kadardır. O nedenle Feridüddin Attar Pendname adlı eserinde bir davette bulunur ve derki “Azizim, insanı değerli kılan derdidir. Derdin yoksa git kendine bir dert bul. Bulamıyorsan gel ben sana bir dert ödünç vereyim.”
İnsan ömür boyu öğrenir. İnsanın ustalığı yoktur, ömür boyu çıraktır. Sadece daha fazla tecrübeli insan vardır. Yani daha fazla dertli. Yani derdi diğer dertlerden daha değerli ve daha büyük, ağırlığı daha fazla. O bizi bir türlü rahat bırakmayan sevgili huzursuzluğumuz.
İnsan, kendisi için en büyük soru, en büyük muamma. Kendisi ile ilgili sorduğu her soru ayrı bir yargı. Ne kadar soru o kadar çok yargı. İnsan soruya hayran cevaba değil. Cevaptan sonra hiçbir şey aynı olmaz. Bu insanı korkutur, çünkü insan konforunun bozulmasını istemez ve yalanın yumuşak yastığına başını koyup, gerçekliğinin dışında uydurma ezgilerle uyumaya devam eder.
Başladığımız yer neresiydi ve biz başlangıçta nasıldık? Kemâl noktasından dibe düştük ve düştükçe kirlendik. Hızla kirlendiğimiz dünyada bizden istenen nasıl başlamışsak öyle bitirmemiz. Yani temizlen de gel, vücudunu bırak da gel, oraya ait ne varsa orda bırak. Orada ki hiçbir şey buraya ait değil, sen hariç deniliyor bize.
İnsan, cismine veya ismine göre değil, derdine göre ağırdır. Derdi kâinattan daha büyük daha ağır olan insanlar var sonuçta. İnsan, kâinattan büyük ve derdi de buna mukabil ona denk. İsminin ardındaki manayı anlayan cisminin büyüklüğünü ve ağırlığını da anlayacak ve asıl derdine dönerek hafif ve değersiz şeylerden elini çekecek. Çünkü insan derdin büyüğüdür ve var olmanın en büyük sancısını çeken de insandır.
İnsan kalbine alacak derdini. Bir türlü dolduramadığı o büyük boşluğa dolduracak ve kendine dönecek. İsmet Özel’in de dediği gibi;
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!