Eski yılların birinde bir köylü şehre gelmiş. Malum o yıllarda genel olarak köylere yaya olarak gidilip gelinirdi. Maddi durumu iyi olanın eşek, katır veya atı olurdu. Ancak bunlar azınlıkta idi. Köylü şehirdeki işini bitirdikten sonra ertesi sabah bir karpuz alarak yaklaşık 5-6  saat süren dönüş yoluna yayan olarak koyulmuş. Öğleye doğru yolu yarılamış. Mevsim yaz. Hava sıcak. Epey bir yorulmuş. Rastladığı bir ağacın gölgesinde oturarak dinlenmiş. Daha sonra yolluk olarak aldığı karpuzu kesmiş. Karpuzun ancak yarısını yiyebilmiş. Geri kalan yarısını  bir kenara atmış. Biraz sonra da karpuzun yanına varmış ve üzerine küçük tuvaletini yapmış. Daha sonra ağacın gölgesine dönüp uzanmış. Yorgunluktan ve sıcaktan uyuya kalmış. Bir süre uyanmış. Hava sıcak dudakları kurumuş. Yanında susuzluğunu giderecek hiçbir şey yok. Gözü karpuza ilişmiş; 'yok ya üzerine ihtiyaç gidermiştim, haram oldu' demiş. Etrafı tekrar gözden geçirmiş ama nafile hiç bir şey yok. Karpuzun başına giderek uzun uzun düşünmüş ve ‘şurada ayakta durmuş ve şu açıdan işimi görmüştüm. Dolayısıyla bu tarafa değmemiş deyip çakı ile oradan bir parça kesip yemiş. Değmiş-değmemiş diye diye karpuzun tamamını yemiş.

***

Mundar (haram edilmiş) olan karpuzun yenip bitirilmesine ilk çakı darbesi (küçük parça) sebep olmuş. Dolayısıyla ilk adım çok önemli...

İnsanoğlu kötüye yanlışa birdenbire değil basamak basamak çıkarak zirve yapar. İlk basamağa çıktığınızda, ilk adımı attığınızda diğer basamak ve adımların nerede duracağını kestiremezsiniz.

Hepimiz aşağıdaki hikaye veya benzeri olaylarla karşılaşmışızdır.

Küçük bir çocuk gördüğü seyyar merdiveni merak eder. Ancak merak ile beraber aynı zamanda korkar. Yarı korku yarı merak yavaş yavaş merdivenin yanına gider. Bir süre merdiveni gözledikten sonra denemeye karar verir. İlk basamakta tereddütler yaşar. Ancak ilk basamağı çıktıktan ve emniyette olduğunu gördükten sonra orada durmaz. Diğer basamağı gözüne kestirir ve bu eylem son basamağa kadar gider. Zirve yapmıştır. Ancak Orada çok bir şey olmadığını görünce geri dönmeye çalışır. Ancak geri dönüş çıkış kadar kolay değildir.

"Aşağıdaki ayette yüce Allah ilk uyarıyı “yemeyin” diye değil  “yaklaşmayın” diye yapıyor. Çünkü ancak yaklaştıktan sonra yasak ağacın meyvesinden yiyebilirsiniz.

Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. "

“Bir kereden birşey olmaz!” sözüne çok aldanırız. Maalesef ömrümüz boyunca da bu tuzağa hep düşüyoruz. Bu sözle ilk sigaraya, ilk içkiye, ilk kumara..ilk harama-yanlışa adım atılır. Adım attıkça yeni “bir kereden birşey olmazlar”ı “iki-üç.. kereden birşey olmazlar” takip eder.

Haramı-ahlaksızlığı açı çizmeye benzetiyorum. Bir açı çizmek için öncelikle küçücük bir nokta koymak gerekir. Daha sonra oluşturduğunuz bu küçücük noktadan iki tane çizgi çekmemiz gerekecek. Küçücük noktayı koymadan açı çizmeye başlayamazsınız. Nokta işi tamam olduktan sonra sıra incecik çizgilere gelir. Çizgiler de konulduktan sonra açının alanının nerede sonlanacağını kestiremezsiniz. Dolayısıyla ilk adım atarken çok dikkatli olmak lazım. Yukarıdaki ayette yüce Allah: “Yaklaşmayın” emrini veriyor. Çünkü yaklaşırsanız haramın cazibesi sizi içine çeker..

Eskiden kalma bir söz var; “yaptığınız işle ilgili boğazınızdan haram bir şey geçmiyorsa korkmayın, derler.” Hâlbuki esas haram boğazdan geçmeyen şeylerde ağırlıklıdır. Bir kimsenin boğazından geçen haramın toplam haramlar içinde oranına bakınca çok küçük olduğu görülür. Bunun için haramı yeniden anlatmak-anlamak-tarif etmek lazım. Aslında tanımda bir sıkıntı yok ancak algıda bir sıkıntı var. Yıllar önce bir kişiden şunu duymuştum. “İşim gereği harama bulaşmak zorundayım. Ancak haram kazancı yemeye içmeye değil kiraya, vergiye, yakıta...veriyorum ki mideme haram girmesin!” Zira zayıf olduğu söylenen şu rivayette “Kim bir lokma haram yerse kırk gece namazı kabul olmaz, kırk sabah duası kabul olmaz…” dolayısıyla inananlar haram kazançtan ziyade haram lokmanın midelerine girmemesine özen gösterip aldanıyorlar.

Gelin bugünden sonra haramı kendimize yeniden tanıtalım. Memur isek ‘Beytülmal’ a yani devlete ait malzemeleri keyfi ve özel ihtiyaçlar için değil kamu menfaati yani görev için kullanalım. Devletin size verdiği ücreti alın teri karıştırıp hakkını verelim. “Bana verilen işi yapıyorum veya günde bir birim yani bir tane işim var. Onu da yapıp oturuyorum.” Demeyelim; yaptığınız işin aldığınız ücretin karşılığı olup olmadığını aşağıdaki hadiste belirtildiği üzere kalbinize danışın. Peygamber (sav) “iyilik nedir?” nedir diye soru soran sahabeye “kalbine danış; iyilik, nefsin uygun gördüğü ve yapılmasını kalbin onayladığı şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice nice fetvalar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir” buyurdu. Dolayısıyla yaptığımızın doğru olup olmadığını kalbimize, vicdanımıza soralım. Sağlam, harama bulanmamış bir kalp doğru yolu gösterir. Aynı şey özel sektör çalışanları için de geçerlidir.

Rabbim harama yaklaşmaktan, haramı kanıksayıp kalbimizin kararmasından bizi korusun.