Deprem sonrası hatırı sayılır bir doktor bana, “Depremde bu halkın yaşadıkları, belki şu an gözler görülür durumda değil ama ruhsal olarak asıl çöküntü 1 veya 2 yıl sonra başlayacak” dediğinde garipsemiştim. Tabip o ya diyorsa doğrudur deyip o günlerde can havliyle kendini, ailesini, malını-mülkünü kurtarmaya çabalayan Van halkında ruhsal bir çöküntü olmamasına da sevinerek bir kenara not edivermiştim o ifadeleri zihnimde.

Sonra devlet eliyle yapılan yatırımlar, kurumlarda harıl harıl yapılan ihaleler, kaldırılan enkazlar sürerken Van’ın ekonomide söz sahibi olan deyim yerindeyse ekonomi doktorlarını dinlemiştim. Bugün herkesin isyan etme noktasına geldiği o ekonomik krizin reçetesini de uzmanlar daha o günlerde yazı vermişti. Doktorun ruhsal çöküntüyle ifade ettiği durumu ekonomistler ise; “Şu anda devlet eliyle yatırımlar yapılıyor, yaralar sarılıyor ama Van’da bu depremin izleri asıl birkaç yıl sonra hissedilecek.” Diyorlardı.

Enkazlar hızla toparlanıyor, TOKİ’ler ardı ardına yükseliyor, son 50 yılın kış şartlarında ısıtmalı sistemlerle sıcak betonlar dökülüyor, KOSGEB bankalar aracılığı ile paralar dağıtılıyor ve canlı bir piyasa ile “Depremi unuttuk” şeklinde bir panayır görünümü veren bir kentte yaşıyorduk. Ama unuttuğumuz bir şey vardı:

Dönen sıcak paralardan da, yapılan işlerden de, dağıtılan paralardan da kredilerden de en az nasibini alan Van oluyordu… Ama o can havliyle bunu kimse göremiyordu. Ta ki depremin üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra hem ekonomik hem de ruhsal çöküntü başlayana kadar…

***

Kentin önemli meslek kuruluşlarından biriyle Van’ı konuşuyoruz. Hem muhabbet ediyor arada da ardı ardına paketten çıkardığı ilaçları içiyor. Duraksıyorum hayırdır, geçmiş olsun diyorum… “Sorma” diyor. “Ben tek böyle değilim bu kentte iş yapan esnafı, işadamı hepsi bu halde. Kime artık cebinde ilaçsız gezmiyor. Git bak hepsinin cebinde, çantasında en az 3-5 çeşit ilaç var…”

Sadece iş dünyası mı? Kat’a!.. Sağlıktaki çöküntü her yere yanısyor. Özel, devlet farketmez doktor kuyruğu alabildiğine uzuyor kentte son birkaç yıldır. Hastalıklar, ruhsal çöküntüler ve bağlı semptomlarla boğuşanların sayısı her geçen gün artıyor.

Yani kehanet gerçek oluyor: Van depremin çöküntüsünü asıl yeni yeni yaşıyor.

***

Bu hastalıklardan en önemlisinin de kentin kaderine ortak olamama olduğunu yazdık durduk. Deprem sonrası başlayan bu hastalık yüzünden STK’sı da, meslek kuruluşu da, siyasetçisi de, kurum amiri de konuşmaz oldu.

Dünkü gazetede yayınlanan Zahir Kandaşoğlu ile yaptığımız söyleşide onun da bir çok konuda haklı bir şekilde dile getirdiği eleştirilerden birinde olduğu gibi: Bu kentte STK’lar çözüme ortak olmak istemiyor. Lafı evirip çeviriyorlar. Kimi yalakalık yapıyor, kimisi ise yağcılık!..

Herhâlde içinde bulunduğumuz durumu daha iyi özetleyecek kelimeler olamazdı.

Depremden sonra kentin imarını arapsaçına dönderenleri kim eleştirdi ki?
Kentin kaderiyle ilgili Ankara merkezli komutların hangi birine ‘dur’ diyen oldu ki?
Sayasi kavgalar alabildiğine büyüdüğünde kim ‘sağduyu’dan taraf oldu ki?
Ekonomik krizle boğuşan kentte kim ‘çare’ aramak için birilerini karşısına aldı ki?

Bu kentte aidiyet, sahiplik, kalkınma ve kalkındırma kaygısıyla hareket eden siyasetçisi, STK’sı, meslek kuruluşu, bürokrati her neyse… Saymaya kalksanız sayarsınız! Evet, bildiğiniz tek tek oturup kent kaygısıyla hareket eden isimleri bildiğiniz sayarsınız, iki elin parmaklarını da zor geçersiniz.

Hani o depremden sonra “Müjde… müjde… müjde” naralarını atanlar?
Hani o Van’a değişik değişik modeller çizenler?
Hani büyükşehire yapmadık projeler bırakmayanlar?
Hani Van’ın ekonomisine can suyu katanlar?

Arayın ki bulasınız… Şu suralar bu arayıp da en rahat bulacağınız tipler koltuklarında sus pus oturup çay muhabbeti yapan kent dinamikleridir. Onlardan bolu yok, tam mevsimi yani…

Biri çıkıp da yahu kardeşim:

-Bu kentte ekonomik kriz var, gelin bir şeyler yapalım.
-Çözüm süreci gibi bu halk için can alıcı bir süreç var, süreci her tarafıyla oturup konuşalım.
-Bu halkın acıları var, çileleri var, dertleri var biz bu dertlere ortak olalım.
-Koca büyükşehirin büyükşehir gibi hizmet almaya ihtiyacı var.
-İki iktidarı olmasına rağmen bu şehrin siyaset, siyasetçi eksiği var. Temsiliyette rol alalım.
-Kenti terkediyorlar diye dedikodu yayıp kenarda oturup seyredenler var bunlara izin vermeyelim.
-Kurumlar, yerel yönetimler arasında uçurumlar var gelin bunları kapatalım.
-Senin belediyen, benim belediyem de ayrılmış ‘herkes kendine’cilik oynayanlar var artık bu oyuna son verelim… diyen birileri ne zaman çıkacak Allah aşkına?

O yüzden gelin depremin yıl dönümü gibi olayları konuşmayalım. Depremden sonra başlayan bu çöküntüyü konuşalım. Artık bu kentin akla karayı seçmesinin, eleği ele almasının vakti çoktan geldi de geçiyor bile.

İnisiyatifi yine bizim oylarımız ile alan siyasileri de STK’sı da meslek kuruluşu da yine bizim temsiliyet yetkimiz ile koltuk sahibi olmuyor mu? Bugün yerel, yarın genel, sonra oda, sonra dernek seçimi var… Bugün değil yarın bu insanların bizim ile yüzleşme zamanı var… Bu kentin kaderine ortak olmayanların, artık bu kente fazlalık olmaya hakkı yok.

O halde işimize bakalım.

***

Bugün hem kenti hem de bu kent yaşayan herkesi sarsan ve ardından da hayatlarımızda büyük değişiklikler olan 23 Ekim depreminin tam 3’üncü yılı… Depremin fiziki ve coğrafi yıkımlarından maddi tahribatına kadar her şey konuşuldu, söylenebilecek her şey söylendi…

Her yıl 23 Ekim tarihinde güzel bir olayın yıldönümü kutlar gibi ‘Bugün bilmem kaçıncı yıl dönümü, kutlu olsun!’ demeyeceğiz elbette.

Zaten bizi de 23 Ekim’deki 7,2’lik o deprem yıkmadı sadece.

Bizi o günden sonra kendini unutturmamaya inat etmiş sayısı on binleri bulan artçılar yıktı… Bizi artçılar gibi ardı ardına gelen sorumsuzluklar, ilgisizlikler ve suskunluklar yıktı…

***

Ölenlere rahmet, kalanlara sabır ihsan etsin Rabbimiz.