“Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir. Onu düşmanlık atmosferinde görmek nadirattan ve hatta mümkün değildir. Vefa, duyguda, düşüncede, tasavvurda aynı şeyleri paylaşanların etrafında üfül üfül eser durur. Kinler, nefretler, kıskançlıklar ise onu bir lahza iflah etmez öldürür. Evet o, sevginin, mürüvvetin bağrında boy atar, gelişir, düşmanlık ikliminde ise bir anda söner gider.”
Kaynağı Anonim olan bu satırların dile nasıl geldiğini bilmiyorum, ancak kulaklarım ilk duyduğunda dilimde birkaç defa tekrarlandı.
Vefa duygusunu tam manasıyla benliğinde hissedememiş biri olarak, bu konuda yazmak aynı anda cesaret ve kabiliyet gerektiriyordu. Kabiliyetin ciddi tercihlerde kriter kabul edilmediğine şahitliğimden beri, kendimi cesaret olgusuyla da tatmin edebiliyorum.
Vefa kavramı sadakatle benzeşir ancak sadakat asla kuklalık değildir. Zaten kuklalık sadakati öldürür ve daha büyük ikramlarla can acıtabilir.
Böylesi can acımasından sonra da vefadan söz edilemez. Zira vefanın, hem dünyamızı hem de ahiretimizi ilgilendiren kavramların üst sıralarında olduğunu düşünürüm. Rabbimiz de kendine vefayı emretmiştir. (En’ am 152- “… Allah’ a verdiğiniz ahdi tutun.”)
Yani Allah'ın emriyle yerine getirdiğimiz ibadetlerimiz vefamızı gösterir. Rabbine vefası olmayan kul küfre ve şirke bulaşır. Şirkin de affı yoktur.
Kula vefa vardır bir de. Sıkça ihmal edilir ama hep beklenen küçük şeylerdir.
Bir yemektir bazen, plaketle süslenen; bir mektuptur bazen, dizelerinde sevgiyle bahsedilen ve sadece dost meclislerinde ismin zikredilmesi olsa da bazen, ama inanın muhatabını ziyadesiyle memnun eder.
Alkışlanmak değildir kimsenin istediği, sadece görülmektir, bilinmektir, hatırlanmaktır. Kimi zaman nefsimiz bizi kendine köle eder, vefayı hak etmiş insanlara hakkını verirsek onların hatırlanmasının bizi gölgeleyeceğini düşünürüz.
İşte o zaman kaybederiz, zira bu kayıpla nice kazançlar elde edilse de vadesi kısa olacaktır.
Vefanın olgulardan münezzehliği vardır.
Yaşa, zamana, kişiye bakmaz vefa. Bireye vefa gerekiyorsa yaşlanmasını beklemek, kabuğuna çekildiği zamanı gözlemek ya da onunla yaşadığınız meselelere göre hareket etmek vefadan götürecektir.
Vefadan bir şeyler giderse de, vefa bizim ihtiyacımız olduğu zamanlarda bize uğramayacaktır. İşte bundandır ki zaman varken vefayı kuşanmak lazımdır. Vefayı kuşanmak yerine yemek niyetine yersek, vefadan mahrum kalacağız.
Son olarak çizginin çok altında olsa da en vefalı olduğumuz alandan, kente vefadan bahsetmeliyiz. Bunu da ancak kentle ilgili ideallere sahip kişilerle gerçekleştirebiliriz.
100 yıl önce tarihi sıfırlanmış kentimize vefayı, hakim olduğumuz bilgimiz oranında sunduklarının inancıyla, geleceğe yönelik sağlam adımlarla mümkün kılabiliriz.
Bilgi sahibi olmadığımız bir kente sevdiğimiz adam için gelip onun ahirete göçüşünde bile vefa uğruna 70 yıl boyunca kentte yaşarız, kent için mücadele ederiz ve bir gün hayata göz yumarsak altında yatmak istediğimiz toprak bu kentin sınırlarında olsun isteriz. Kentliye istihdam olanakları sağlayarak bunu başarabiliriz.
Hendek atlatmanın güçlüğünü bildiğimiz develerimizi sırtlarında proje yükleriyle devletin zirvesine götürerek kent vefalısı oluruz.
Depremde bile terk etmediğimiz Van’ ımıza deprem sonrasından bugüne koşulsuz Vergi Terkini talebiyle vefa gösteririz.
Kentin Gümrük Kapısını adam ederiz, kapıdan gelenler içerde dursunlar diye festivaller, indirimlerle kente kazanç sağlarız; vefakar oluruz.
Daha birçok şey yazılabilir, fakat bütün bunların sonucunda kentlimizden de vefa bekleriz.
Koşullar zaman zaman bizleri yarışlara dahil ettiriyorsa, sadece yarışın kurallarına tabi tutulmak isteriz. Kazanacaksak koyulan kurallarla; kaybedeceksek maç içinde kaybetmek isteriz.
Karşıdakinin “bizimkiler” diye kavram geliştirip, o kavramının dışına itilmek istemeyiz. Burada karşı çıktığımız itilmek değil kalıplara tabii tutulmaktır.
Yani bizden diye kötüsünü hoş görüp, bizden değil diye iyilerinin üstünü çizmek ne insanlığa uyar ne de Müslümanlığa. Hasılı
Kelam, vefa ile aramıza hırslarımızdan oluşan duvarları örmekten vazgeçelim, var olanları yıkalım ve de şunu hatırlayalım:
“Hırs seni kul etmesin, Hak seni hür yarattı.” (Hz. Ali)
Gelin kardeşler, vefayı elden bırakmayalım. Hırslar ötede dursun, vefa beride…