"Etmeyin reis (hâkim) bey! Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz…Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerine göre haklısınız, fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden. Buz çölünde yol alıyorsunuz! Reis (hâkim) bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim, Allah sizi de arındırsın..” (Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in “Reis Bey” adlı eserinden)

***

Sinan Canan, merhameti şöyle tanımlıyor: “Acımak yerine anlamak ve acıyı ortadan kaldırmak.” Evet, merhamet acımak değildir. Karşımızdakini anlamak ve ona karşı aktif bir tavır (eylem) geliştirmektir.

Herkesin birbirine merhamet ettiği bir dünyayı düşünün! Ne kadar da güzel olurdu öyle değil mi? Bunu düşünüp de etrafımıza merhamet nazarıyla bakacak olursak güzelleşiriz, güzelleştiririz ve bunu sağlayabilirsek Resulullahın şu sözüne mazhar olabiliriz:

“...Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündeki(ler) de size merhamet etsin.”

Bu sözüyle Resulullah, merhamet edenin merhamete layık olacağını ifade etmenin yanı sıra, merhamet etmeyenin de merhametten mahrum kalacağını ifade ediyor. Ne dehşet bir mahrumiyet! Oysa bizler, zaman zaman hayvanların dahi merhamet gösterdiklerine şahit oluruz. Bu umumi ve fıtrî (yapısal) merhamet yasasından hayvanlar dahi belli ölçüde nasiplendirilmişlerdir. Ancak yine de merhamet, esas olarak insana yakışır ve onu diğer canlılardan farklı kılan en önemli hususiyet olarak ortaya çıkar. Özetle merhamet, insanı insan yapan önemli bir duygudur.

Merhamet sadece insanlara gösterilmez. Çünkü bu alemde varlık insanlığa bir emanettir ve insanın emanette emin olması gerekir. Merhamet, ihtiyacı olan herkes ve herşey için değerlidir. Yerine göre insan, yerine göre hayvan, bazen de bir çiçek... Her varlık bir şekilde bu hassadan hissesini almalıdır. Ama en önemlisi, merhametin öznesi olmak sıfatıyla bizler böyle kapsamlı bir merhamet sahibi olmaktan nasibimizi almış olmalıyız. Zira merhamete ihtiyacı olanı görüp de ona merhamet göstermeyen, gücü yettiği halde şahit olduğu bir zulmü bertaraf etmeyen kişi, en az o zulmü icra eden zalim kadar suçludur.

Allah’ın merhametini uman ve dileyen kişiler olarak, başkalarından en ufak bir merhamet tecellisini sakınmak ne hazin ve ne garip bir çelişkidir?! Askerlik yaparken bir komutan şöyle söylerdi: “Affetmek Allah’a mahsustur!” Öyle mi? Hem affetmeyi kendimize yakıştırmayıp, adeta hakir görecek; hem de bunu Allah’a has kılacağız! Bu ne çeşit bir yanılgı, bu ne yaman bir savruluştur?

Hayır! Bilhassa insan olan insan merhamet sahibi olmaya mecburdur! İnsan olmak hususiyeti ona bu külfeti yüklemektedir!

İnsanlara merhamet gösterebilmek; öncelikle çevremize duyarsız kalmamakla, olup bitenin farkında olmak ve çevremizdekilere güven telkin etmekle mümkün olur. Bu güven telkini gülümsemekle başlar, önemsemekle devam eder.

Bana oldukça yoğun duygular yaşatan hatıramı yad etmeden geçemeyeceğim: Bir zamanlar bazı sorunlar yaşayan bir personelime evladım gibi muamele ederek, ona yanında olduğumu hissettirmiştim. Benim nazarımda amir, babadır. Çalıştığım yerden ayrılma zamanı gelip  çattığında, veda faslı tamamlanıp binadan  çıkış yapacağım esnada arkamdan bir ses duydum. Dönüp baktığımda, kendisiyle vedalaşmış olduğum bu evladım koşa koşa gelip bana sarıldı; başını göğsüme dayayarak: “Baba beni kime bırakıyorsun?” deyip hüngür hüngür ağladı. Bu yoğun duygusal tablo uzunca bir müddet devam etti: O ağladı, ben ağladım.  İşte bütün mesele bu: Evlat muamelesi gösterirseniz, baba muamelesi görürsünüz.

Eserde ifade edildiği gibi: Ağlayabilmek, anlayabilmek demektir. Zira samimi bir gözyaşı, ancak hassas bir kalpten yükselerek gözden süzülebilir. Bu da ancak merhametle mümkündür.

Rabbim hislerimize derinlik, gönlümüze samimiyet ve kalplerimize merhamet nasip etsin!