Toplum olarak tarih hafızası düşük bir toplumuz.
Kabul edelim bunu.
Unutkanlık mı denir yoksa vurdumduymaz mı bilemem.
Ama gerçek olan şu ki unuttuk savaşın acılarını.
35 senedir PKK ile ne idüğü belirsiz ve sonucu kocaman bir sıfır olan bir savaştayız.
Acı var, ölüm var, ülkenin bütün renklerini, dillerini kapsayan bir ölüm var.
Yeter diyen de var vatan sağ olsun diyen de.
Ölen bu ülkenin gözle görülen ama kabul edilmeyen sınıfsal ayrımının bilmem kaçıncı sınıf
vatandaşı.
Ölen ülke ekonomisinin en alt düzey vatandaşı, kişi başına 10 bin dolar düşerken o, on bin
doları bir arada hiç görmeyen vatandaş.
Ölünce kahraman, yaşarken ötelenmiş, ataması yapılmamış, işe alınmamış, yediği simit içtiği
çay üzerinden ülke ekonomisi şekillenmiş bir vatandaş.
O savaşırken bir tek annesi ölmesin diye dua ederken, ölme ihtimali üzerinden oy hesabı
yapan siyasiler ülkesinde savaş naraları atan milyonlarca klavye kahramanı savaşın ne
olduğunu ya da nasıl sonuçlar doğuracağını bilmiyor.
Aslında bilen de var. Mesela savaş kelimesinin ürkütücü sesi geldiği vakit sadece çocuklarını
değil kendisi ile gezdirdiği ismi boncuk, minnoş, maks, olan hayvancıklarını da dünyanın
farklı ülkelerine gönderen cüzdanı yüreğinden büyük babalar da var.
Daha büyük savaşlar gündelik hayatta yaşanırken; ekmekle, aşla, aşkla çoluğunu çocuğunu
doyuramayan babayı savaşa sokmanın adı cehalettir.
Cehaleti dinsel olgularla tanımlayan bir milletin kitabını okumadığı şairi yazarı hain ilan
edildiği bir ülke kendi kaderini seçtiği siyasi liderle belirlemesi kadar daha acı bir durum var
mı? Bilemem…
Hadi PKK ile olan savaş toplumsal acıları ve yoksulluğu iyi gizleyebiliyorlar ama bölgede
daha büyük savaş hazırlıkların faturasını nasıl ödeyeceğiz.
Biz at üzerinde elinde kılıç ile savaşan bir toplumun ecdadıyız, o Padişahlar ki İstanbul’u
fethettiler de Peygamber hadisinde övülen padişahların torunlarıyız diyerek halkı galayana
getiren siyasi liderlerimize;
“O padişahlar ki ordularının en ön safında önce namaz kılıp sonra cephe savaşına katılan
padişahlar kadar biraz cesaretiniz olsun da siz de savaşa buyurun.” Demek isteriz.
Çocuklarını devlet terbiyesi ile büyütmek için sanatkarların elinde çırak olarak yetiştirip sonra
savaşlara komuta etmek için çocuklarını kılıçla kuşatan padişahlar gibi sizde kınalı
kuzularınızı gönderin cepheye.
Yok efendiler eğer kıyamıyorsanız kıymayın yoksulun çocuğuna.
Devlet yönetiminin eş dostu ve akrabayı koruyup kollamak olarak anlayan bazı vekillerin
bunu Cuma namazında imamın okuduğu ayetle ilişkilendirmesi de ne acıdır.
Bazı cemaatler bu ülkede iflah olamamışsa, kul hakkına girerek kendi cemaatinden olanları
kadrolaştırdıkları içindir. Bunu yapan devlet adamı olunca Yaradandan ayrı bir ayrıcalık
beklemesin.
İşçinin yoksulun, atanamamış öğretmenin, geçim derdinde olan emeklinin, işsiz ve çaresiz
babaların ahı ile yüklemeyin günahları.
Yüreği ağzında asker, polis anneleri ya da çocuğu dağda olan anaların acısını katlamayın.
Savaş dediğimiz kavramı elinde silahla cepheye gitmenin dışında savaşan insanların bu
ülkede çektiği zulüm ve acılar zaten yetiyor.
Elin Rusya’sı, Amerikalısı İngilterelisi Fransızı Orta doğu da kaç mezhep var kaç aşiret var ve
hangi aşiret ve mezhebi nereden vuracağını ve diğer islam ülkelerini ne ile savaştıracağını
bilirken, İslam ülkelerinde kadercilik anlayışının Müslümanları nasıl uyuşturduğunu ve
bilinçaltında nelerin kabulleneceğini bilirken, Müslümanların ne kadar kitap okuduğunu
bilirken ve okuyamadıkları kitapların ne olduğunu bilirken; bizim Türkiye Cumhuriyeti
Bayırbucak Türkmenleri üzerinden Suriye planı yapmakla uğraşa dursun.
İŞİD denilen canileri kendi emelleri için besleyen ve akabinde kendi silah tüccarlarını
zenginleştiren, üretilen silahın ne kadar iyi olduğunu denemek için Müslümanları katlederken,
Bizim politikacılarımız, gazetecilerimiz ESAD nasıl ESED oldu diye tartışadursun.
Biz kendi cenazelerimize bile saygı gösteremiyorken el alemin gavurunun 100 yıllık
planlarına ön ayak olmanın acısı da savaştır.