Sanırsınız ki bu satırları ben yazdım. Vallahi de billahi de dahlim yoktur. Hükümete yakın bir gazetenin yazarına ait bu satırlar...

“Son haftalarda Suriye konusu Türkiye'de yeni bir boyut kazandı. Daha doğrusu Türkiye'de topyekûn muhalifler yerine Türkmenleri öne çıkaran bir dil medyada dolaşıma girdi. Bayır-Bucak Türkmenlerine karşı Esad güçlerinin yaptığı saldırıyı, muhalif cepheye bir saldırı olmaktan çok Türkmen kimliği öne çıkarılarak yansıtıldı. Belli ki kamuoyunda bir hassasiyet üzerinde yeni bir strateji geliştiriliyor.

Bu Türkmen algısı üzerinden yürütülen söylemi ABD destekli güvenli bölge operasyonu ile beraber düşünmekte yarar var.

Tüm bunlar devletler oyunun bir parçası ve bu kadar uzun süren bir iç savaşta her tür devlet oyunu sergilenir. Ne yazık ki Müslümanlık iddiasındaki tüm tarafların siyasal ve stratejik hesaplarını her şeyin üstünde tuttuklarına tanık olduk.”

Sanırsınız ki bu satırları ben yazdım. Vallahi de billahi de dahlim yoktur.

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesinde, kuruluşundan beri yazan Akif Emre’ye ait bu satırlar.

Emre bu yazıyı, Türkiye Rus jetini düşürmeden 1 gün önce yazmıştı ve bu nedenle de çok ciddi bir kılavuz olarak ele alınmalı.

**

Önce elimizdeki bilgileri doğrultalım.

BİR: Rus jeti angajman kurallarını ihlal etti ve TSK’nın uyarılarına rağmen 17 saniye boyunca Türkiye’ye ait yaklaşık 3 kilometrelik bir alana girdi, çıktı. Bu tür ihlaller, hükümetin de ifade ettiği gibi bir süredir yaşanıyordu. Yine ABD Başkanı Obama’nın ifade ettiği gibi ‘Rusya’nın Suriye’de yürüttüğü operasyon Türkiye sınırına çok yakın geliştiği için bu tür sorunların olacağı belliydi.’ Öyleyse Türkiye bu kez bir Rus jetini vurmaya karar vermişti. Uyarı ya da nota vermek değildi izlenecek yok. TSK’ya kesin bir vur emri verilmişti. Ve hemen sonuç alındı. Demek istediğim, o Rus jeti bir çaresizlik içerisinde spontane verilmiş bir karar sonucunda düşürülmedi. Neden şimdi?

İKİ: Akif Emre’nin belirttiği gibi Türk basının hükümete yakını kanadı (ki bu kanadın boyutları artık bir orta dünya ejderhasınınkine ulaşmıştır) son bir haftadır “Suriye muhalefeti şemsiyesini” Bayırbucak Türkmenlerine kadar kapatmıştı. Artık odak onlardı. Jetin vurulmasından bir gün önce hükümete yakın gazetelerden birinin manşeti şöyle diyordu: “Bu katliama ortaksınız.” Spot: “MİT tırları ihanetiyle Bayırbucak bölgesine gönderilen yardımları engelleyen paralel örgüt ve yandaşları, rejimin Türkmenlere yönelik katliamı karşısında sessizliğe büründü.” Bu manşet ve spotun altında Başbakan Davutoğlu’nun Suriye haritasının yanında bir fotoğrafı ve şu sözleri yer alıyordu: “(Türkmen) Kardeşlerimizin kendi öz vatanında korunması için gerekli tedbirlerin alınması talimatını verdim.” Tarih 22 Kasım 2015. Rus jetinin düşürülmesi 24 Kasım 2015.

ÜÇ: Cumhurbaşkanı Erdoğan jetin düşürüldüğü günün akşamında sarayda öğretmenlere bir konuşma yaptı. Şöyle dedi: “Bayırbucak Türkmenlerinin olduğu bölge DAİŞ'in bulunduğu bir bölge kesinlikle değildir. Kimse kimseyi kandırmasın. DAİŞ'i vuruyoruz diyerek Bayırbucak Türkmenleri vurulmaktadır. MİT TIR'ları hadisesini hatırlıyorsunuz değil mi. İşte o TIR'lar Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki, başbakan TIR'ların içinde silah yoktu diyordu… Varsa ne olacak yoksa ne olacak. Oraya insani yardım götürüyoruz. Kim onlar? Mağdur mazlum bizim Bayırbucak Türkmen kardeşlerimiz."

Şimdilik ‘silah varsa ne olacak, yoksa ne olacak’ sorusunun uluslararası hukuk çerçevesinde cevabını vermek istemiyorum. Uzun ve hüzünlü olur.

**

Dikkat çekmek istediğim hadise, Rus jetinin düşürülmesinden bir hafta önce başlayan ve hemen ertesinde devam eden bir ‘Bayırbucak Türkmenleri’ kartıdır. Ve maalesef, evet, bu bir ‘karttır.’ Türkiye retoriğini ‘Suriye muhalefetinden’ Bayırbucak Türkmenleri’ne, ‘kardeşlerimiz’e kaydırarak atacağı Suriye adımlarını uluslararası arenada daha kabul edilebilir bir hale sokacak. Uçuşa yasak bölge talebinin yeniden gündeme gelmesini sağlayacak. En azından plan bu.

Dolayısıyla… Rus jetinin vurulmasının sadece ‘angajman kurallarının ihlali’ ile açıklamak “yoğunlaştırılmış saflığa” girer. Karşımızda Türkiye dış siyaseti açısından yeni bir karar ve yeni stratejinin sonucu var.

Aynen Yeni Şafak yazarı Akif Emre’nin öngördüğü gibi.

Hadi yazıyı bitirirken onun sözlerini bir kez daha hatırlayalım:

 “Tüm bunlar devletler oyunun bir parçası ve bu kadar uzun süren bir iç savaşta her tür devlet oyunu sergilenir. Ne yazık ki Müslümanlık iddiasındaki tüm tarafların siyasal ve stratejik hesaplarını her şeyin üstünde tuttuklarına tanık olduk.”

Olduk mu, olduk.