Küçükken kendi aramızda para toplar, plastik top alırdık.

Toplar mı o zaman çok pahalıydı, bizim mi harçlıklarımız çok azdı, bilemiyorum, ama koca sınıf zar zor bir top alabiliyorduk.
Futbol topu değil, plastik toptan bahsediyorum
Alamıyorduk işte!
Belki de o zaman Van’da bir top ya da plastik fabrikası olmadığından ve toplar dışarıdan geldiğinden pahalıydı, dediğim gibi; hiç bilemiyorum.
80’lerin sonu, 90’ların başıydı.
Özal zenginleri’nin türediği dönemlerdi.
Van’ın her tarafının ANAP milletvekilleri tarafından parsellendiği günlerdi.

Aziz Aykaç’ın bu parselleme olaylarını Hürriyet’in birinci sayfasına haber diye koyduğunu da arşivinden göstermişti bana.
Deniz Baykal o zaman da muhalefetti.
Başbakan Erdoğan, muhtemelen siyasete yeni yeni giriyordu.
Hani vardır ya: Topun sahibi olan her zaman takımda kendisine en iyi yeri bulur; forvet yani.
Çocuk topa vurmasını bile bilmiyorsa topun sahibi olduğu için forvete konulurdu ve bütün duran topları kullanma hakkı vardı.

Taç atışını bile o kullanırdı.
Pas almadığında kızar, topu alır giderdi; oyun da yarıda kalırdı.
Bu gerçekten de böyleydi.
Köydeydik.
Köy bakkallarında bulunmadığından köye gelen at arabalı çerçilerden alırdık topu (şimdi o çerçiler birer büyük toptancı olmuşlar, neyse konumuz bu değil).
Her zaman para bulunmazdı, para da yoktu zaten köylüde, hakikaten yoktu!
Gereksinim duyulmuyordu çünkü para yerine geçen şeyler vardı ve bu şeyler mevsimine göre değişirdi.
Hazirandan temmuzun sonuna kadar peynir, harman zamanı olan ağustosun ortalarından ekimin başına kadar buğday, genellikle yaz aylarında yün ve her zaman bulunabilen yumurta
Kimi zaman da demir ya da alüminyum (evdeki bir sürü değerli eşyayı annemden gizli çerçilere verdiğim çok olmuştur: kömürle çalışan ütü, el yapması çekiçler, İran dan gelme alüminyum semaver ve demlikler )
İlk baharda peynirin fiyatı açıklanırdı bakkallar ve çerçiler tarafından; peynirin kilosu 2 lira mesela.
Kadınlar her gün peynir götürür, evin ihtiyaçlarını alırdı. (Hala da öyle, yazın hep öyle geçer)
Aynı şekilde buğday ve yünün kilosu da bellidir.
Bakkallar ve çerçiler arasında rekabet olurdu.
Biri derdi; bir kilo peynire 4 kilo sebze veriyorum, diğeri 5 kilo verirdi.
Böyle olunca harçlıklarımız yazın anne tarafından verilirdi; yarım kilo peynir mesela.
Ya da bir teneke buğday veya biraz yün, o da yoksa bir-iki yumurta…
İşte onları bütün çocuklar bir araya getirir top alırdık.
Topumuz erken patladığında ne yapardık; hırsızlık!
Evlere dağılırdık, kim ne çalabilirse artık
Öyle birşeydi ki, bir sürü şey veriyorduk, ondan sonra ancak bir top alabiliyorduk.
Daha ilginci vardı.
Kuzu otlatan çobancıklar (koyun otlatanlara göre yaşları küçüktü) her gün saat 10 gibi kuzuları eve getirirdi.(mayıstan ağustosa kadar devam eder bu; kuzular öğlen arasında süt içmelidir. Koyunlar, yani anne koyunlar her öğlen sağılırdı önce sonra kalan süt kuzulara bırakılırdı anne olmayan genç koyunlar ya da gizliden doğum kontrolü yaptıran  özgür  kız tipinde olanlar ve koçlar öğlen gelmezdi, çayırda kalırdı )
Neyse işte bu çobancıklar saat 15’e kadar dinlenirlerdi.
O arayı da hep futbol maçı yaparak geçirirlerdi.
Benim gibi, köyün içindeki çoban olmayan başıboş avareler (üç kişiydik zaten) bunların gelmesini dört gözle beklerdi.
Anneleri bu çocuklara ekmek ve peynir hazırlardı; çayırda yesinler diye.
Bunlar kuru ekmeği yer, peyniri de alıp getirirdi.
Bütün çobancıkların yemeyip getirdiği peynirler bir sürü olurdu ve top alırdık o peynirlerle.
Yün mevsimi; haziran (koyunlar için) ve ağustos (kuzular için) aylarıydı.
Bunun dışında yün bulunmazdı.
Biz ne yapardık?
Koyun sürülerinin geçtiği güzergahlarda saklanırdık ve gizliden sürünün içine dalar ve yolardık koyunları.
Evet, evet yolardık.
Zavallı hayvanlar hiç tepki vermezdi
Ve böylece topladığımız yünleri götürür satardık
Kümeslerde yumurta çalarken yakalanan çok olurdu da, bir sürü dayak yerdi.
Ben hiç yakalanmadım, çünkü hiç çalamadım.
Daha gizliden eve yaklaşmaya çalışırken niyetim anlaşılırdı benim.
Bizim yumurtaları, arkadaşlarım çalardı.
Ben sadece yardım ve yataklık ederdim, lojistik destek verirdim.
Hala içimde kalmış: Ben hiç yumurta çalamadım!
Zavallı köylünün çok sömürüldüğünü yıllar sonra anladım.
Mesela benim annem istisnasız her gün en az iki kilo peynir verirdi bakkala; sebze meyve alırdı veya salça ya da büyük ‘vita’ yağlar (5 veya 10 kiloluk tenekelerde bulunan katı yağlar).
Örneğin peyniri köyde alan çerçi, bakkal bu peyniri depoda saklardı ve sonbahara kadar böyle böyle tonlarca peynir toplardı.
Topladığı o peyniri Gaziantep veya Konya ya götürür, 10 katı bir fiyata satardı.
Aynı şekilde yün ve buğday da öyleydi.
Veya bizden bir sakıza karşılık aldığı yumurtayı ertesi gün şehirde taze köy yumurtası diye satardı. (Ama hakikaten çok tazeydi, tavuğun yumurtlama zamanı kümeslere dalar beklerdik, yumurta yere değil elimize düşerdi. Zaten kurnaz bakkal-çerçi sıcak olmayan yumurtayı bayat diye ya almaz ya da yarı fiyatına sayardı…).
Şu vita yağlardan da bahsedeyim… (Neden illa vita diyorlar bilmiyorum, vita bir markaydı çünkü. Sanırım selpak gibi, bütün kağıt mendillere selpak denir ya, onun gibi bir şey işte)
İran’dan kaçak gelirdi ama aslında Türk malıydı.
Şimdi şöyle; Türk fabrikası bunu İran’a ihraç ediyor (İran’ın ihtiyacı yok bu yağa aslında,  çünkü katı yağın içinde domuz yağı olduğu söylenir ve orada bu yağ haram kabul edilir ).
İhraç ederken Türkiye piyasasına sattığından daha ucuza satıyor.
İranlı da onu alıp kaçak yollardan yine Türkiye’ye satıyor.
Mesela Türkiye piyasasında 2 lira olan yağ İran dan 1,5 liraya geliyordu.
Hangisi alınır?


Şimdi de para yerine yukarıda saydıklarım kullanılır.
Konuyu büyük gazetelerden birisinin ekonomi muhabirine anlatmıştım da inanmamıştı:  “Bu devirde?” diye sormuştu.
Bütün çeyizler böyle hazırlanır.
Ve eskisinden farklı olarak şimdi çok başka bir şey de değişim aracı olarak kullanılır: mazot veya benzin.
Birkaç yıl öncesine kadar bu hepsinden daha yaygındı.

Şimdi değil.

Mazot yok artık, biliyorsunuz.

İran askerleri öldürmeye başlayınca o yol da kapandı.
Kadınlar kocalarının ya da çocuklarının gece İran dan getirdikleri akaryakıt bidonlarından mazot ya da benzin alır, köye gelen çerçilere satardı.
Anlayacağınız; adam iki dantel ipliğine, bir kasa domatese ve birkaç yazmaya deposunu doldururdu.
Kaybeden kimdi: yine köylü.
Yani, köyün bütün kadınlarının sattığı peynirleri saklayacakları bir depo olsa, müthiş bir gelir getirir köye.
Çünkü; örneğin yaz aylarında peynirin kilosu köyde 2.35 YTL dir.
Van’daki fiyatı, 6.45.
Konya’daki fiyatı 10.
Bu rakam sonbahar ve kış aylarında en az 12 olur.
Dediğimiz şekilde kolektif üretimi Özalp’teki iki Laz köyü yapabiliyor sadece.
O yüzden tüm Türkiye’nin hemen hemen her yerinde Dönerdere markalı peynirlere rastlıyorsunuz…

Bu haftalık burada keselim, cumartesi geyiklerine devam edeceğiz.