Hikâye olunur ki: Pir Sultan Abdal, idam edileceği darağacına doğru yürümeye başlar. Hızır Paşa emir verir: “Herkes Pir Sultan’ı taşlasın, taş atmayanın boynu uçurulacak.” Uğruna mücadele ettiği halk, Pir Sultan’ı taşlamaya başlar. Taşlar Pir Sultan’a kadar gelmekte, ama ona değmeden yere düşmektedir. Pir’in musahibi (can yoldaşı) Ali Baba, taş atmasa da can korkusundan Pir’e bir gül atar. Gül, Pir’e değer ve yaralar. Al kanlar akar Pir’in bedeninden. Can dostunun bu hareketinden incinen Pir’in dudaklarından şu nefes dökülür:
“Şu kanlı zalımın ettiği işler,
Garip bülbül gibi zâr eyler beni.
Yağmur gibi yağar başıma taşlar,
Dostun bir fiskesi yaralar beni.
Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz.
Haktan emrolmazsa rahmet yağmaz.
Şu ellerin taşı hiç bana değmez.
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni.”
Bu hikaye gerçek de olabilir, uydurma da olabilir; bunun pek önemi yoktur. Esas mesele, bu tür hikayelerden hisse (ders) alınmasıdır. Hz.Ali (ra) :“Geçmişi sadece masal olarak dinlemeyin, verilmek istenen mesajdan hisse almaya bakın.” demiştir.
Bana göre “sevgi birlikteliğinin temsilcileri” denilince akla ilk gelen Mevlana ve Şems birlikteliğidir. Başka örnekler vermek elbette mümkün ama ben bundan daha yoğun bir birliktelik (dostluk) bilmiyorum. (Hz. Ebu Bekir'e (ra) verilen “Sıddik” sıfatı bu konu dışında değerlendirilecek özel bir durumdur.)
Mevlana ve Şems birlikteliği aşkın (yüce) bir sevgidir. O tür sevgiye (dostluğa) ulaşmak kolay değildir. Ancak o yolda olunması mümkündür.
Duygusal bir insan olduğum için insanlara çabuk inanırım. İnsanların yalan söyleyecekleri, riyakarlık edecekleri ya da rol yapacakları çoğu zaman aklıma gelmez. Bu yüzden kardeşim kadar sevdiğim bir üst düzey yetkili dostum bana şunu demişti: “Murtaza, herkesi kendin gibi zannediyorsun.” Hakikatten öyleyim. Bu yaşıma kadar böyle geldim, bu yaştan sonra da değişebileceğimi ve değişmek istediğimi pek zannetmiyorum.
Geçmiş yıllarda “dost” dediğim ve bağlandığım insanların bana yanlış yapma ihtimali (çok hassas ve duygusal bir yapıya sahip olduğum için) beni çok korkutuyordu. Görev yaptığım bir kurumda çok sevdiğim ve güvendiğim bir arkadaşımız vardı. Dost zannettiğim kişiler tarafından çok defa incitildiğim için içimde bir korku vardı; “Ya bu arkadaş da bana yanlış yaparsa?” İşte bu düşünceyle bir gün bu arkadaşı odama davet ederek: “M... bey senden bir ricam var. Seni çok seviyor ve güveniyorum, ne olur bana yanlış yapmayı aklından bile geçirme!” M... bey birden irkildi ve: “Bu sözü söylemenizi gerektirecek bir davranışımı mı gördünüz?” diye üzüntüsünü belli etti. Ona: “Hayır, hiç böyle bir şey olmadı, ancak defalarca dost sandığım kişilerden hiç beklemediğim şekilde yanlış davranışlar gördüm ve bu davranışlar beni çok etkiledi. Seni çok seviyor, sayıyor ve güveniyorum. Diğerlerinin yanlışı beni üzer ancak senin yanlışın beni yıkar” dedim. Bir an şaşırdı ve verdiğim mesajı o an için anlayamadı. “Peki” diyerek ayrıldı. Zamanla ne demek istediğimi anladı. Çok şükür dostluğumuz ve sevgimiz birbirimizi görmesek de yıllardır aynı sıcaklığını koruyor; tıpkı ilk günkü gibi.
Sıradan kimselerin verdikleri zarar ve yaptıkları hatalar “keskin bıçak” gibi iken, “dost” bilinen kişilerin verdikleri zararlar “kör bıçak” gibidir. Keskin bıçak keser, zarar verir ancak çok da incitmez. Kör bıçak ise keserken çok zarar vermese dahi, müthiş bir acı verir. Bunun farkında olarak dost dediğimiz ve dost sanıldığımız kişilere kasıtlı olmasa dahi yanlış yapmamaya gayret gösterelim. Çünkü dost yarası iyileşse de iz bırakır.
Gençliğimde beni yaralayan, acı veren kör bıçaklar şimdilerde canımı çok da acıtmıyor. Sanırım acıya ve “dost” yanlışlarına çokça alıştım. Başkasına gücüm yetmez ancak kendime yeter. Çok şükür bugüne kadar ne ağyara (ele) “keskin bıçak”, ne yârâna (dosta) “kör bıçak” oldum.
Yüce Mevlam, yar olsun ağyar olsun insanlara zarar vermekten, onları kırıp incitmekten, canlarını yakmaktan hepimizi korusun.