Çocukluğumun İpekyolu Caddesi’nde Karayolları’na mı yoksa Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü’ne mi ait olduğunu şu an hatırlamadığım bir giriş kapısındaki bir söz hala zihnimde tazeliğini koruyor. Cadde üzerindeki giriş blokta aynen şu yazılıydı:
“Gidemediğin yer senin değildir.”
Bu söz Osmanlı döneminde Sivas’ta Valilik yapan Halil Rıfat Paşa tarafından dile getirilmiştir. O gün bugündür Karayolları’nın adeta ‘motto’su olmuştur. Bir çok ilde Karayolları’nın binalarında yazılı haldedir.
Hatta hatırlar mısınız bir dönem Star TV’de yayınlanan ‘Köprü’ dizisinde bir dönemin efsane valilerinden Recep Yazıcoğlu’nun canlandırıldığı ve onun bu konudaki devlet adamlığının anlatıldığı dizide de bu önermeye ciddi şekilde vurgu yapılmıştı. Erzincan sınırında olmasına rağmen hiçbir hizmetin bir türlü ulaşmadığı köylerde yaşanan sıkıntılar üzerine o yöreye köprü dikmeyi kafasına koyan dönemin Valisi’nin zihninde o cümlenin önemi vardı çünkü.
Aslında o cümlenin daha geniş bir yorumlaması bence şöyle:
“Gidemesen de senindir aslında, ama gidemediğin için senin değildir.”
Bu sözden yola çıkarak iki konuyu irdelemek istiyorum. Birincisini şöyle söyleyeyim:
2012 yılıydı. Depremden bir yıl sonraydı. Van henüz depremin yaralarını bile sarmış değildi. AK Parti il başkanı Abdullah Aras ile bir söyleşi için bir araya geldik. Söyleşiyi de prefabrik bir ofiste yapmıştık hatta. Depremin izlerinin hala silinmediği ile ilgili zihnimde kalmasının en önemli detaylarından birisi de bu. O söyleşide elbette ki siyaset ve yaklaşan seçimleri konuşmuştuk. Abdullah Aras, bir çok konuda çok açık samimi ifadeler kullanmış, deyim yerindeyse kitabın ortasından konuşmuştu. O söyleşiden aklımda kalan incem mesajlar var. O da seçimlerdeki bazı sıkıntılara dairdi.
Mesela şöyle bir ifadesi vardı:
“Seçimde oy istemeye gidemediğimiz yerlere yardım götürdük.”
Bahse konu seçim 2011 milletvekilliği seçimiydi tabi. Bu cümlenin altını çizelim ve devam edelim.
Sonra 2009 yerel seçimleri için de “Yanlış adaylarla girdik” yorumunu paylaşmıştı.
En kritik ve üzerimde duracağım değerlendirmesi ise Başkale ile ilgiliydi. Son seçimdeki
Başkale oyları için şu yorumu yapmıştı Aras:
“Başkale de tarihte görülmemiş bir şey oldu ve yüzde 94 gibi bir katılım oldu. Bu şaşırtıcı çünkü ilçedeki insanların büyük bir kısmı tarım olmadığından dolayı büyük şehirlerde yaşıyorlar ve yaz aylarında bu kadar insan ilçede bulunmuyor. Bu kadar büyük bir kitlenin yüzde 94 gibi bir katılım göstermesi mümkün değil.”
Ki bu durum sonraki seçimlerde de devam eden bir durumdu. Sadece Başkale değil, Van’a sadece mesafe olarak değil, manevi bağlılığı da uzak olan bunun gibi diğer ilçelerde de benzer rakamlara şahitlik ettik. Bu noktada en önemli eksiklik elbette ki hür iradenin yansımaması, özgür oy ortamı olmamasıydı. Aras da buna değiniyordu:
“Elbette ki bu bir demokrasi yarışıdır. İnsanların hür iradesine karşı çıkmak, baskı yapmak, belli bir yere yönlendirmek bizim siyasi ahlakımızın içinde değildir. İnsanlar kendi vicdanı ile karar vermesi en doğru olandır. Ama hem sandıkların kurulması hem de görevlilerin belirlenmesi noktasında ilçelerde şehir merkezine oranla sağlık bir seçim yapıldığını düşünmüyorum. Seçmenin kendi vicdanı ile baş başa kalacağı ve hür iradesi ile oy kullanacağı seçimler temenni ediyoruz.”
Sonraki seçimlerde ne oldu biliyor musunuz? İzah edeyim:
2014 yerel seçimlerinde Başkale’de BDP yüzde 90,9 oy aldı, AK Parti ise 7.2
7 Haziran’da yapılan 2015 genel seçimlerinde bu kez HDP oyunu yüzde 97,38’e çıkardı, AK Parti’nin oy oranı ise 1,19’a düştü.
1 Kasım’da ikinci kez sandık başına gidildiğinde ise oy oranları ise şöyle yansıdı: HDP yüzde 95,7. AK Parti yüzde 2,8
Üstelik bu seçim AK Parti’nin seçim çalışmalarında gergin ortama rağmen Başkale’yi ziyaret etme kararı aldığı ve taşlı-sopalı saldırılara rağmen ilçede bulunduğu bir seçim çalışmasına şahitlik ettiğimiz bir seçimdi. Hatta 7 Haziranki listede yer alan dönemin adaylarından Faruk Alpaslan, “Biz hiç bir ilçeyi bırakmayacağız. Başkale’ye de gideceğiz.” Demişti.
Bu oranlardan sonra “Niye böyle oldu?” diye bir izahat yapmaya gerek var mı bilmiyorum ama ben bu noktada işi özetleyeyim. İşin doğrusu şu: Başkale de aslında İpekyolu gibi Edremit gibi Van’ın ilçesi. Ama yıllar içinde Van’a hep uzak kaldı. Gözden ırak olduğu için gönülden de Irak oldu. Gidilmese de Van’ı yönetenlerin için “bizimdir” muamelesi yapıldı ama aslında çok da gönüllerine dokunan olmadı.
Olsaydı...
Sandık güvenliğinin bile savunulamadığı, sandıkların korunamadığı, seçimdeki hukuksuzlukların aleni olarak dillendirildiği bir ilçe olmazdı...
Olsaydı...
Siyasiler Başkale’ye bile gideceğim diyerek sanki başka bir yere çıkarma yapacak gibi lanse etmezlerdi.
Ve işin aslı şu: Tüm siyasi hesap-kitaplardan bağımsız olarak ve partiler üstü düşünüldüğünde bir çok parti, iktidar, yönetici Başkale’yi ihmal etti. Ettiği için de hep uçak kaldı. İşte paylaştığım oy oranları çıktı, sonra bir çok parti ilçeye bile giremez oldu. Vekiller taşlandı, protesto edildi. İlçe de kaybetti, halk da...
***
Gelelim konuyla ilgili ikinci noktaya.
Bizlere, okuyanlara çok basit bir olaymış gibi gelebilir. Fakat Van’ın son 1 yıllık büyükşehir belediyesi çalışmalarında çok derin bir ayrıntı var. Onun da adı yol devrimidir. Vali Murat Zorluoğlu’nun de her seferinde vurgu yaptığı yol olayı önemlidir. Çünkü 7 ay gibi bir sürede yaklaşık bin kilometre yol yaptı Büyükşehir. Yollar en ücra köşelere kadar ulaştı, kara asfaltlı yollar fotoğrafların en güzel parçası oldu.
Ama Vali bir şey daha yaptı. O yolların gittiği en ücra köşelere kadar kendisi de gitti. Yolun gidebildiği bir çok ilçeye, köye gitti. İlçeye giderken de Emniyet Müdürü’nü de götürdü, Milli Eğitim Müdürünü de. Yani ilgilisi kim varsa.
Hatta ben sınır köylerinden birinin ziyaretinde bizatihi şahitlik ettim. Tarihinde Vali görmemiş bir sınır köyüne geldi. Köylüyü dinledi. Dertleriyle ilgilendi. Hatta “Buraya kadar geldik onlara bir şeyler de vermeliyiz.” Deyip ekstra talepler aldı.
Özetle hem yol götürdü, hem kendisi gitti. İşte bu nedenle Halil Rıfat Paşa’nın o sözü önemliydi. Çünkü Halil Rıfat Paşa, yollar yaparak, devletin varlığını, hizmetini ve gücünü köylere ulaştırmayı hedeflemişti. Sadece hizmet götürüp varlığı olmaması ya da varlığı ile sınırlı kalıp gitmemesi eksik olurdu.
***
Vali Zorluoğlu haftasonu da Başkale’deydi. Yine kalabalık bir ekip ile gitti. Orada da yol devriminden bahsetti. Çünkü 1000 kilometreye yakın o yol devriminden Başkale de nasibini almıştı. Yukarıda anlattığım öneminin farkında ki orada da muhtarla, vatandaşla, esnafla bu konunun önemini konuştu. Bunları anlattı. Ama onları da dinledi. Ellerini sıktı...
Şehrivan’ın “Şevkat eli” diye manşetine taşıdığı o ziyarette Vali Zorluoğlu vatandaşa devletin elini uzattı. Önemli olan ve Başkaleli vatandaşın da yüreğine dokunan olay buydu işte.
Seçim ya da olağanüstü bir durum dışında kendi Valisi, kendi yöneticisi vatandaşın kendisini ziyaret etti.
“Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür” demek olmaz.
Gitmesek de, görmesek de demek olmaz. Gideceksin, vatandaşın elini sıkacaksın.
Çünkü, “Gidemedin yer senin değildir.”
***
Vali Zorluoğlu böyle yaptığı için seviliyor, halkın büyük ilgisini görüyor. Yaşlıyı severken çocuğu, genci kucaklıyor. Düne kadar bir çok dersanenin kendisine mecbur kıldığı gençlere eğitim merkezleri, okuma salonları açıyor. Onları FETÖ gibi yapıların mahkumiyetinden ve kontrolünden kurtarıyor. Bununla da aslında en büyük yatırımı Van’ın geleceğine yapıyor. Çünkü Van’ın yaş ortalaması 18-19. Nüfusumuzun kocaman bölümü çocuk, genç! Anlıyor musunuz?
***
Son olarak...
Vali’nin Başkale ziyareti ile birlikte şahit olduğum bir diğer güzellik de Edremit Belediyesi’nin ‘Ayran aşı, balık başı’ festivali idi. 3’üncü oturduğum mahalle, Şabaniye’deydi. Biz de çoluk, çocuk gittik. Katıldık. Edremit’in kayyum olarak görev yapan başkanı Atıf Çiçekli de o gün yüreklere dokunan isimlerdendi. Gün boyu insanların ona sarılmasına, onunla fotoğraf çektirme çabasına, ilgisine şahitlik ettim. Çok sevdikleri başkanları ile ‘Şemame’ oynadılar. Onun eline girip halaylar çektiler. Ve tüm bunları samimiyetle yaptılar.
Aynı şey. İnsanlara el uzatıyor.
Devletin şevkatini de gösteriyor.
Devletin Şemame oynayabileceğini de gösteriyor.
Devletin, milletin birlikte ‘çok güzel’ olduğu mesajını da veriyor.
Daha ne olsun...