Bir TV programında, gazeteci meslektaşlarımdan birisi, "Suriye ile Türkiye'nin Güneydoğu'sunda olanların bir ilişkisi bulunmadığını" öne sürdü.

“PYD'nin de PKK'ye benzemediğini, olsa olsa HDP'ye benzeyebileceğini” ifade etti.

 

Türkiye ise, Cenevre'de Suriye'nin geleceğinin tartışılacağı konferansa, PYD'nin "terör örgütü" olduğu gerekçesiyle katılmasını istemedi.

 

Türkiye'nin bu tutumunu Suudi Arabistan ve Katar da destekleyince, PYD konferansın dışında kaldı.

 

PYD ile HDP aynı çizgide yapılar olarak görülebilir mi? Tartışma götürür. PYD, siyasi bir örgüt olmakla birlikte, emrinde silahlı bir askeri güç(YPG) bulunuyor.

 

PYD, bu silahlı güçle, bölgedeki etkisini yaygınlaştırdı. YGP'nin kurulup gelişmesinde etkili bir rol oynayan PKK; bu örgüte, sürekli militan desteği vermeye devam ediyor.

 

Rojova'ya destek için giden PKK militanlarının sayısı, binlerle ifade ediliyor.

 

Geçtiğimiz aylarda, Suriye'deki çarpışmalarda ölen PKK'lıların cenazeleri; törenlerle, Türkiye'de kaldırılıyordu. Sonunda, hükümet, “bu cenazelerin, PKK gösterilerine dönüştüğü” gerekçesiyle, geçişleri engellemeye başladı.

 

 

PKK-HDP ilişkisi

HDP parlamenter bir sistem içinde, yasal zeminde örgütlenen, bir siyasi parti. Şiddeti savunması, silahlı bir örgüte sahip olması yasal açıdan mümkün değil.

 

Sınırları var.

 

Cenevre Konferansı’ndaki gerilim; PYD'nin ötesinde, “Türkiye'nin PKK ile olan gerilimi”nin bir sonucu olarak okunabilir.

 

PKK, Türkiye ile uzlaşarak, müzakere ederek, konuşarak, çözüm üretme yolundan ayrılınca; ipler koptu.

 

Son günlerde, gazetelerde yayınlanan İmralı tutanaklarından da anlaşıldığı kadarıyla; Rojova'da (yani Suriye'de) PYD'nin egemenlik kurma siyaseti;

 

“PKK ile Türkiye arasındaki bağın kopması”nda etkili olmuş.

 

PYD, Türkiye'nin Suriye sınırlarının bütününe egemen olma iddiasıyla ortaya çıkınca (ve bunu “IŞİD'e karşı mücadele” zeminine çekip Batı bloğunun da önemli bir kesiminin desteğini sağlayınca), Ankara bunu tehlikeli gördü.

 

“Kantonlar kurma” stratejisinin Türkiye'nin içindeki gelişmeleri olumsuz yönde tetikleyebileceği saptaması, ağırlık kazandı.

 

Cenevre Konferansı’na giden yolun öncesine ve kamplaşmalara baktığımızda, PKK'nın hendek siyasetini de anlayabiliyoruz.

 

 

PKK ne yapmak istiyor?

PKK; Şam yönetimi, Bağdat ve Tahran yönetimiyle ve bu siyasi eksenle paralel bir çizgiye yöneldi.

 

Karşıda ise; Türkiye, Barzani ve Suriye muhalefeti konuşlanmış durumda. Türkiye'nin Rusya ile kapışması, Moskova'nın Tahran'la paralel bir yönelim içine girmesi;

 

PKK için de bir işaret fişeği oldu.

 

Bu siyasi eksen, PKK'ya “yürü, arkandayız" şeklinde bir pozisyon aldı.

 

ABD ve Batı'nın durumu, daha karışık.

 

Onların duruşlarının merkezinde, "IŞİD'le mücadele" yer alıyor. PYD'yi bu meselede müttefik olarak görüyorlar.

 

Şam rejimine de radikal bir karşıtlık sergilenmiyor.

 

Ancak, ABD'nin tutumundaki bu karmaşıklık; bölgedeki müttefikleri olan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'la olan çelişmeyi doğal olarak yoğunlaştırıyor.

 

Bu ülkeler; Şam'da, Esad yönetimini istemiyorlar.

 

Suriye muhalefetine destek veriyorlar. PYD ise, ABD ve Rusya ile de arayı bozmadan )ve de Şam yönetimiyle ilişkisini sürdürerek) bir “ara çizgi” tutturmaya çalışıyor.

 

(Aslında bu çizgi PKK'nın çizgisi.)

 

Geçenlerde, Cemil Bayık, "Rusya ve ABD arasında nerede duruyorsunuz?' şeklinde bir soruya, "Onların bize net bir tutumları yok" diye karşılık verdi.

 

İlişkinin geleceğinde, bir belirsizlikten söz edilebilir.

 

Sonuç olarak, “PKK'nın nasıl bir yol izleyeceği”ni ve “nasıl bir ittifaklar siyasetine yöneleceği”ni, şimdiden kestirmek pek mümkün görünmüyor.


Ama, bir stratejik kararın eşiğinde oldukları söylenebilir. Yola Türkiye ile mi devam edecekler, yoksa İran ve Şii ekseniyle birlikte mi?

 

 

Türkiye'nin tercihi

Şunu söylemek mümkün: Bütün bu kararların hangi yönde gelişeceğini belirleyecek olan en temel dinamiği, “ABD ile Rusya'nın izleyeceği yol” oluşturuyor.



Örneğin, Barzani'nin geleceği…

 

ABD, İran merkezli bir Barzani aleyhtarı kalkışmaya nasıl yaklaşır?

 

Bunu kabullenebilir mi? Rusya, İran'la ittifakını nereye kadar götürebilir?

 

Bölge egemenliği açısından, bir “İran-Rusya ittifakı” kalıcı ve belirleyici olabilir mi?

 

Şunu biliyoruz:

 

Son dönemde, Tahran üzerindeki ABD ambargosunun kalkmasıyla birlikte;

 

İran, Batı ülkeleriyle daha sıcak ve yoğun bir ilişkiye girmenin hazırlığı içine giriyor.

 

İran, Rusya ile, bu eğilimini nasıl dengeleyebilir?

 

Bu denklem içinde, PKK'nın tercihini analiz edersek...

 

Türkiye ile ilişkileri tırmandırıp bir kopuşun hesabı içinde mi?

 

Böyle olursa, HDP ve Türkiye Kürtleri, büyük bir açmazın içine girebilirler.

 

Tabii, Türkiye'nin de, bir karar vermeye zorlandığı ortada.

 

“Kürtlerin kendi kendilerini yönetme isteği” konusunda; Ankara'nın, pozisyonunu netleştirmesi gerekiyor.

 

Kürtlerin statü talebinin, HDP/PKK ile sınırlı olmadığını biliyoruz.

 

Türkiye'nin, üniter devlet içinde, Kürtlere nasıl bir gelecek hazırladığını artık netleştirmesinin zamanı geliyor.

 

Suriye'nin geleceği, bu bağlamda, “yalnızca Suriye'nin geleceği” olmanın çok ötesinde anlamlar ifade ediyor.

 

Cenevre başlarken, önümüzde çok fazla soru bulunuyor.