Sanata ve bilime olan ilgi düzeyi toplumların gelişmişlik endeksini belirleyen önemli bir ölçüttür. Sanatta, bilimde ne kadar iyi olunursa gelişmişlikte de o yönlü iyi olunur ki bunun başka açıklaması yoktur. İki kere iki dörttür. Buna zemin hazırlayan en büyük öncül ise esnek düşüncenin yetenek ile bileşimidir. Bir yetenek ancak esnek bir düşünce ortamında harikalar yaratabilir. Ve yine esnek bir ortamda yetenek sürdürülebilir. Aksi durumda körelmesi kaçınılmazdır.
Esnek düşüncenin özcesi şudur: Düşünce özgürlüğü. Özgür düşünce seviyesine ulaşmak bir toplumun en büyük zenginliğidir. Bir toplumu ileriye taşıyan süper silahlar yapmak değil. Uzay araçları üretmek ve onları herhangi bir gezegene tam başarı ile ulaştırmak değil. Başarı bunları yaptıran esnek bir beyne, özgür bir düşünceye sahip olmaktır. Düşünmeyen bir beyin üretemez. Uzay aracı yapmak özgür bir düşüncenin ürünüdür. Başarı aranacaksa burada aranmalıdır. Sert zeminlerde düşünceler tutunamaz. Bir buz kütlesinin üstündeymiş gibi kayıp gider. Düşüncelerin canını yakan bu zeminlerde bir başarı hikayesi çıkmaz. Düşünce yumuşaklık ister, esneklik ister. Eski eğitim sistemlerindeki ne kadar döversen, ne kadar çok bastırırsan o kadar başarılı olur absürtlüğü yüzünden binlerce beyin birer kapalı kutuya dönüştü. Onların kapağını açıp oradan düşüncenin çıkmasını beklemek yersiz bir çabadan farksızdır. Zira orda bulunan şey çoktan ölmeye yüz tutmuştur. Düşünceleri diriltmek hiç de kolay değildir.
Sanat niçinlerden ziyade nasıllar ile uğraşır. Elbette sanatta amaç da vardır ama sanatçı bunu sanatın içinde gizler. Bir tabloya ilk baktığınızda ressam bunu niçin yaptı diyebilirsiniz fakat bu, nasıl yaptı sorusundan daha etkili değildir. 'Niçin' karşılığında tek cevap alabilirken 'Nasıl' sorusu beraberinde onlarca cevabı getirir. Picasso bir tabloyu, çok sevdiğim bir köy olduğu için resmettim diyebilir. Fakat şu rengi bu şekilde nasıl kullandın, şu tonlamaya nasıl ulaştın, bu köprünün yamuk çizilmesi gerekir kanısına nasıl vardın, bu resmi nasıl bu kadar etkili kılabildin gibi pek çok soru sorulabilir. Eşsiz bir manzarayı gören birinin 'vay be niçin bu kadar güzel' demesi beklenilmez. Bilakis 'vay be ne kadar güzel, bu nasıl bir güzellik' denilir. Sanat doğası gereği güzellik ile ilgilenir. Güzelliğin metafiziği ile ilgilenir. Güzellik ise nasıl sorusunun muhatabıdır. Güzellik sanattır, sanat olan güzeldir.
Sanatın etkin olduğu toplumlarda birey bir sanatçı perspektifiyle karşımıza çıkar. Bizim ne giydiğimiz ve niçin onu giydiğimizden ziyade giyilen şeyin üzerimizde nasıl durduğu ile ilgilenilir. Olması gerekenin bu olduğu, odak noktasının bu konseptte birleşmesi gerektiği düşünülür. Bu bakıma sanat şekilsellikle değil şeklin güzellik boyutu ile anlam kazanır. Güzellik ise özde saklıdır. Sanat biraz da bunu açığa çıkarma, bunu keşfetme arayışıdır. Sanatçı bu arayışı devam ettirmek için esnek düşünmek durumundadır. Düşüncenin özgünlüğü, biricikliği sanatın tezahürünü kolaylaştırır. Bunun dışındaki tüm sonuçlar taklittir. Taklit ise sanatta geçerliliği olmayan daha başlarken biten yanılgılar yumağıdır. Güzel bir sanat ortaya koyduğunu düşünür taklit sahibi. Fakat bu esasında sanat olmadığı gibi güzellik literatürüne de girmez. Güzellik biriciktir. Nevi şahsına münhasırdır. Yani tektir ve bir başka kopyası mümkün değildir. Bir tane 9. Senfoni vardır. Louvre müzesinde sergilenen Mona Lisa 'nın ikincisi yoktur. Bir tane Tour Eiffel vardır.
Bilimin sanatla anılmasının temelinde düşünce yatar. Her ikisi de düşünce hamurundan yoğrulur. Tek farkla ki bilim meraktan beslenirken sanat yetenekten beslenir. Bilimi ileriye taşıyan merak duygusunun kişiyi tetiklemesidir. Kişi bu merakını çalışarak zaferle taçlandırır. Edison' u başarıya ulaştıran kuşkusuz içindeki merakın eşsiz bir çabayla bütünleşmesidir. Yılmadan, usanmadan mükerrer deney yapma kararlılığıdır.
Bilim kararlı, sancılı ilerleyen bir süreçtir esasında. Kişiyi bu sürece getiren düşüncenin doğuşu merak taşlarıyla engellenmiştir. Her bir taşın ötesini görme merakı onları tek tek ortadan kaldırmayı gerektirir. Bilim insanı bu zorlu çabanın omuzlarına büyük bir ağırlık yüklediğinin farkındadır. Ama merakın verdiği haz bu yükü hafifletmeye yeterdir. Hiç bir engel bilime giden yolda onun verdiği hazdan büyük değildir. Hiç bir ağırlık onun zaferi kadar büyük değildir. Suyun kaldırma kuvvetini bulan Archiment’in dışarıya çıkıp "evreka! evreka!" ( buldum,buldum ) demesinden daha büyük ne olabilir ki. Hangi ağırlığın kuvveti bir insana böyle bir haz yaratabilir ki. (Suyun kaldırma kuvveti istisnadır burada ). Bilim insanı işte bu hazzı htiği için yolundaki engellerin onu caydırmayacağını bilir. Velev ki çok ağır da olsa bu engeller.