Çocuklar gökyüzünün mavi rengini görebilmek için dünyaya meraklı gözlerle, bebek halleriyle, merhaba diyecek.
Ebeveynleri ile tanışacak, koklaşacak ve yılların anısına yüzecekler, çocukluğa doğru.
Büyüyüp serpilecekler, kemiklerin kilosu değişecek durmadan, hızlı hızlı. Damarların uzunluğu kilometreleri bulacak.
Deniz gördüklerinde, kıyıya koşar adımlarla yanaşacaklar. Uçsuz bucaksız masmavi tuzlu sulara büyüleyici gözlerle bakacaklar. Sonra da annesinin anlattığı denizkızı öyküsü aklına gelecek.
Büyüyünce çocuklar, işte derelerden geçmeye çalışacaklar, sonra da düşüp ıslanacaklar belki de.
Arkadaşları olacak, toplaşacaklar hep birlikte, gezmeye tozmaya. Ellerine çubuk alıp kırmızı başlı karıncayı, siyah karıncayla dövüştürecekler. Az yapmadık mı çocukken, onlar da yapmasın. Ama karıncaları dövüştürürken çocukça yaparlar, çocuk aklı derler ya, hah işte o çocuk aklıyla, cahil dönemindeyken.
Sonra odalarda doluşan sinekleri kovalayacaklar. Başı gövdeden ayırmanın vahşi bir olay olduğunu, infial yarattığını bilmeyeceklerdi, sinekleri parçalara ayırırken. Akılları yetmez daha, sinekleri yakalayıp kanatlarını kopartarak, haz almanın bu olmadığını.
Sonra da kelebeklerin kanatlarını da kopartacaklardı… Kelebeklerin rengarenk, süslü, sanat kokan kanatlarının şiirlere ahenk verdiğini hiç bilmeden… En güzel şiirleri süsleyen kelebekler…
Can sıkıntısını gidermek için, karıncanın yuvasını bozan ah o çocukluk dönemi. Büyüyecek ve hatırlayacaklardı yuva yıkmanın Ağrı Dağı’ndan daha büyük günah olduğunu.
Büyür çocuklar, mevsimlerde, nisan yağmurlarında, soğuk kış günlerinde…
Çocukların atom bombasından yandığını, kül olduklarını, küllerinin gökyüzüne karıştığını Nazım Hikmet’in şiirlerinde belki de gazete kupürlerinde öğreneceklerdi.
Dünyanın son yüzyılda iki badireyi atlattığını yaşayarak, okullarda öğretmenlerin anlattığı kadarıyla, kitaplarda, belki de gazetelerde, köşe yazılarında öğreneceklerdi. Milyonlarca insanın nasıl hiçe gittiğini…
Çocuklar büyüyecek düşünce sahibi olacak. Çok seveceği, hayran olacağı ressamlar, sanatçılar, şairler, roman yazarları olacak.
İşte, belki de İlahi Komedya’yı okuyup, Dante’nin Floransa hükümetince suçlu bulunduğunu ve bu yüzden Dante’nin idam cezasından kurtulmak için sürgün bir hayatı seçmek zorunda kaldığını hiç bilmeyecek. Ya da şair Nazım Hikmet’in şiirlerini okumadan da, Moskova’da sürgünde öldüğünü mutlaka bir yerde karşısına çıkacaktı. Ve nice yaşanmış ve yaşanacak sürgünler çıkacak…
Ve aşk, en alevli yaşlarda veya zamanlarda, hiç ummadığı bir anda karşısına çıkacak o büyüyen çocukların. Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı o alevli sözcüklerden oluşan mektuplarıyla aşkı tanıyacaklar, hiç şüphesiz.
Bazıları küsecekler, Yaşar Kemal ile aynı döneme denk gelmediği için. Ama teselli olsun diye romanlarını, öykülerini ve şiirlerini okuyacaklar. İnce Memed’i tanıyacaklar. Bu devirde İnce Memed’i sokaklarda bir yerde bulunsa hapse atıldığına tanıklık edecekler.
Üniversite okuyacak, büyüyen çocuklar. Kafelerde, konferanslarda bir araya gelip, ABD’nin dünyaya jandarma kesildiğini tartışacaklar. Rusya, Almanya, Fransa hakkında konuşacaklar ama Van kadar, Muş kadar, Bitlis kadar ülkelerin adlarını çok az kişi bilecek. Onlarca ülkenin ordusu olmadan, savaş tankları olmadan, F16 jetleri olmadan nasıl yönetildiğini ya duymuş olacaklar ya da hiç bilmeyecek bir kısmı.
Keşmir, Kudüs, Ortadoğu’da birkaç paylaşılmayan şehirler gibi kavgası süren toprak anlaşmazlıkları, kutsallığı atfedilen yapılar için ne savaşlar verildiğini görecekler.
Seher vaktini fark edecek büyüyen çocuklar. Seyretmek için yarenlerin ellerinden tutup tepelerde konaklayacaklar, sabahları kovalayacakla