Kaç gündür kamuoyunda bu sorunun yanıtı aranıyor.

Türkiye’nin Musul’a asker göndermesinin ne anlama geldiği ve bunun ne tür sonuçlar doğuracağı sorgulanıyor.

Elbette ne olup bittiğini anlamak ve bu soruya geçerli bir yanıt verebilmek için önce bir parça geriye gitmek gerekiyor.

Zira Musul sorunu da dahil, bugün Ortadoğu’da ortaya çıkan bütün sorunların kaynağında 100 yıl öncesinin gelişmeleri yatıyor.

Bu yüzden bugün dehşet içinde irkilerek seyrettiğimiz Ortadoğu’daki kanlı ve karanlık tabloyu 100 yıl önceki gelişmelerden bağımsız ele almak mümkün görünmüyor.

Bundan 100 yıl önce yaşanan 1’inci Paylaşım Savaşı’nı dönemin, ‘hasta adamı‘ Osmanlı kaybetti ve 400 yıldır yönettiği Ortadoğu’dan geri çekildi.

Osmanlı’nın yenildiği için geri çekildiği Ortadoğu’yu İngiltere ve Fransa işgal etti. Osmanlı‘nın enkazından yaratılan Türkiye Cumhuriyeti devleti de bölgeyi terk etmeye mecbur edildi.

Osmanlı’nın yenildiği, modern Türkiye’nin yenilgiyi kabul ettiği ve geri çekildiği bölge Skyes-Picot anlaşması esas alınarak İngiltere ve Fransa‘nın çıkarlarına uygun bir biçimde yeniden dizayn edildi.

Daha doğrusu bu iki ülke arasında pay edildi.

Burada önce Mezopotamya Manda İdaresi, ardından emperyalizmin sınırları çetveller çizilmiş ülkeler ve işbirlikçi rejimler inşa edildi.

Irak’ta azınlığı oluşturan Sünniler, Türkiye’nin seçkin işbirlikçi azınlığı, ‘Avrupai Türkler‘ ile Suriye’de yine azınlık olan işbirlikçi Nusayriler, ‘böl-yönet‘ projesi dahilinde iktidara getirildi.

1’inci Paylaşım Savaşı sonrasında bölge halkları denklemin dışına itildi ve böylece İngiliz-Fransız emperyalizmin çıkarlarına uygun hale getirildi.

Bu sistem yaklaşık 70 yıl devam etti. Bu süre boyunca bir yandan bölgenin petrol başta olmak üzere zenginlikleri talan edildi, diğer yandan da halklar baskı altında inim inim inletildi.

Ne var ki Soğuk Savaş’ın sona ermesi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da statükoyu çöküşe sürükledi ve bütün dengeleri alt-üst etti.

1991 Körfez Savaşı’yla birlikte Sykes-Picot düzeninin sonuna gelindi. Yeni dönemde Ortadoğu’da yeni dengelerin kurulması kaçınılmaz hale geldi.

Artık rejimler değişecek, sınırlar yeniden çizilecek, bazı ülkeler tarih sahnesinde silinecek, bunların yerine yenileri gelecekti.

Öte yandaa 1’inci Paylaşım Savaşı sonrası Ortadoğu’dan sürülen ve Anadolu’ya hapsedilen Türkiye, yeni dönemde de statükonun bekçiliği görevini sürdürmek istedi ancak, şartlar buna izin vermedi.

İç ve dış şartlar, Türkiye’yi kendi çıkarlarına uygun, bağımsız bir misyon biçmeye,küresel sistemle yeni bir ilişki inşa etmeye mecbur etti.

Türkiye bu yüzden son 10 yılda içeride ciddi sarsıntılar geçirdi.

Sonunda ama, koşullar baskın geldi ve ülke yönetimi el değiştirdi. İç ve dış şartlar ‘Avrupai Türkleri‘ iktidarı, ‘Anadolu Türkleri’ne devretmeye mecbur etti. 100 yıl öncesinin statüko bekçisi ve tampon ülkesi Türkiye kenara çekildi.

Yeni Türkiye Siyasal İslami yönetimiyle birlikte bölgede yeni bir politika geliştirdi.

2007 yılından başlayarak Sünni Araplarla ve Güney Kürdistan‘la birlikte Ortadoğu’da Sünni eksenli yeni bir denge inşa etmeye yöneldi.

Suriye iç savaşına bu yüzden girdi. Bir dönem ittifak halindeki İran, Irak ve Suriye’yle bu yüzden karşı karşıya geldi.

Şimdi de Musul’a asker gönderiyor. Aslında 100 yıl öncesinin rövanşını almaya çalışıyor.

Çünkü Musul, Irak ve Suriye sonrası oluşacak Ortadoğu denkleminde önemli bir merkezi olarak yükseliyor.

Şartlar, Ortadoğu‘da Musul merkezli yeni bir yapılanmayı kaçınılmaz kılıyor. Türkiye bu yüzden sahaya iniyor ve Musul’a asker gönderiyor.

Türkiye, Irak ve Suriye’nin çöküşüyle eş zamanlı olarak oluşturulacak olan Musul’daki yeni dengeyi belirlemenin koşullarını yaratmak, Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasında mevzi kapmak için ön alıyor.

Yerelde Sünni Arap aşiretlerine ve Güney Kürtlerine, bölgede Katar, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ülkelere, küresel düzlemde de ABD’ye dayanarak nüfuzunu arttırıyor.

Ortadoğu’da haritaların değişmesinin ve sınırların yeniden çizilmesinin zamanı geldiği için bölgesel ve küresl birçok güç gibi o da buna uygun bir pozisyon alıyor.

Elbette Türkiye‘nin İran’ı dengelemek ve IŞİD’e karşı operasyonda PKK’yi Musul denklemin dışına itmek gibi başka amaçları da var ancak, onun asıl hedefini Musul eksenli yeni dengeyi ele geçirmek oluşturuyor.

Diğer yandan bunu başarıp başaramamasının, bölgede kalıcı olup olmamasının iç barışıyla yakından alakalı olduğu da biliniyor.

Türkiye’nin geleceğini Kürtlerle ilişkisinin belirleyeceği açıkça görülüyor ve sadece güney Kürtleriyle bu işin yürümeyeceğini Ankara da iyi biliyor.

Güney Kürtleriyle ilişkiler ayrıcalıklı bir yer tutsa da, PKK ve PYD olmadan Türkiye’nin iç ve dış hedeflerine ulaşması mümkün görünmüyor.

Dolayısıyla iç barışını sağlaması, kendi Kürtleri ve Rojava‘yla tarihi kardeşlik duygularını canlandırması ve bunun gerektirdiği adımları zaman geçirmeden atması gerekiyor.
Son olarak; Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği günümüzde Kürtlerin ortak bir stratejilerinin olmayışı hayati bir sorun teşkil ediyor.

Kürtlerin de her şeyden önce bu sorunu aşmaları gerekiyor. Kürtler geçmişte bu sorunu aşamadıkları için kaybettiler ve son 100 yılı acı çekerek geçirdiler.

Bir 100 yılı daha acı çekerek geçirmek istemiyorlarsa şayet, olan bitenden ders çıkarmaları,tarihi bölünmüşlük zaaflarını aşmaları gerekiyor…