Konuşulması, üzerinde durulması, çözüme kavuşturulması gereken onca konu varken Faceapp uygulamasının gündem olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Hani şu, kişiyi 40-50 yıl sonrasına taşıyan ve fotoğrafını değiştirip yaşlı halini gösteren uygulama. Sosyal medya bu fotoğraflarla dolup taştı hafta boyunca. İnsanların işi eğlenceye döktüğü trajikomik bir durumdu bu. Fotoğraflarını başkalarını güldürmek için paylaşıp keyifli yorum yapanlara baktım günlerce. Oysa bu işte bir tezat var. Yaşlılık ve hatta ölüm yaşamayı istemediğimiz süreçlerdir. İnsanoğlunun ne yapıp edip kaçmanın bir yolunu aradığı, bilimin belki çare bulunur diye kafa yorduğu yaşlılık bir eğlence seramonisine dönüşebiliyor. Yaşlanmak istemeyen fakat yaşlandırılmış halini dünya alemin gözü önüne seren bir nesil var ortada. Tetikleyici merak duygusu bu işte en önemli faktördü tabi. Uygulamanın mucitleri tıpkı sosyal medyayı icat edenler gibi insanın en can alıcı noktasına, en kritik zaafına dokundular. Merak duygusuna. Binlerce hatta milyonlarca insan uygulamayı sadece kendisi için değil başkalarının fotoğrafı için de kullandı. Adeta "Pardon, ben yaşlanmaya gelmiştim de, bi 45 yıl alabilir miyim kendime?“ talepleriyle uygulamanın kapısı önünde kuyruklar oluşturdular. Hatta yetmedi" Ya faceapp hazır yapıyorken bir de bizim şu kayınçoya, gıcık olduğum arkadaşıma, fesat eltime de bir el atıver, onun bol kırışıklıklı yüzünü de göster bana ki içim rahat etsin" dediler. Ciddiyim, yaptılar.
Neyse... Siz ne durumdasınız bilmiyorum ama belirtmeden geçemeyeceğim, faceappı kullanmak aklımın ucundan geçmedi. Bu merak duygusu bana uğramadı. İyi ki uğramadı.
***
Caddede otobüs bekliyorum. Durağın tam karşısında ülke genelinde ünlü bir marketler zincirinin şubesi var. Arka giriş bölümünün kapısının üzerinde bir tabela, tabelanın üzerinde bir yazı: Mal kabul. Market ürünlerinin girişinin yapıldığı depo kapısı. Turuncu zemin üzerine kocaman beyaz harflerle yazılmış şık bir "mal kabul" cümlesi.
Kalp denen ilginç bir organ taşıyoruz hepimiz. Bütün duyguların ana vatanı, yaşamımızın en canlı şahidi kalbimiz. Sevincin, hüznün, öfkenin, mutluluğun demlendiği, harlanıp sonra da köreldiği yer. Bedenimizin o meşhur sol mahal varlığı.
Bu meşhur varlık, nam-ı diğer kalp yaşamı boyunca bir ya da birkaç misafir ağırlar. Dünyamıza kabul ettiğimiz insanlar malesef önceden kestiremediğimiz alışkanlıklara ve karakterlere sahipler. Bunları zamanla öğreniyoruz. Hayatımıza buyur ettiklerimiz her zaman düzgün ve kişilikli insanlar çıkmıyor. Hele ki duygusal zaafiyeti güçlü biri isek insan olmayıp da insan kılıklı görünenlere haddinden fazla değer veriyor ve güveniyoruz. Sonuç? Koca bir hüsran, yığınla hayal kırıklığı. İşte bütün bunlara hep o sol yanımızda taşıdığımız küçük narin şey sebep oluyor. Akılla işbirliği yapıp ya bizi göğe çıkarıyor, ya da yerin dibine batırıyor.
Başta sözünü ettiğim tabelaya getireyim sözü. Beyler, hanımlar! Kabul edelim kalbimiz, o ünlü marketler zincirinin turuncu zeminli tabelası gibi bir mal kabul mahallidir. Dünyamıza, düşlerimize, değerlerimize zerrece hitap etmeyen değersiz "mal"ları zaman zaman kabul etmişliği vardır.
***
Elimde olsa Hayatın Değerini Bilenler Kulübü kurardım ve bütün dünyayı kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı ayırt etmeden bu kulübe davet ederdim. Bu aralar herkes hayattan şikayetçi. Herkes dertli. Kimse dönüp sorunu kendinde aramıyor, çözüme odaklanmıyor. Varsa yoksa bu hayat neden böyle, hayat yordun beni... Şarkısını bile yaptılar zamanında: Hayat sen ne çabuk harcadın beni. Sorun hayatın kendisinde değil, ona bakış açımızda, ona yüklediğimiz anlamda, sıkıntılara yaklaşım tarzımızda. Sorun bunlarda, hayatın kendisinde değil.
***
Bir dileğim var: Hanımlar sosyal medya hesaplarından paylaştıkları mutlu aile fotoğraflarına "kocişko ile, kocişle" gibi itici notlar düşmeyi bıraksın artık. Kelimeleri süsleyip püsleyip soktuğunuz kimlik emin olun kelimenin asıl halinden daha sevimli değil. Kocişko yerine alternatif ararsanız Türk Dil Kurumu yeteri kadar farklı seçenek sunuyor. Biri mutlaka size göredir ve eminim kocişkodan daha şık duracaktır. Sözüm yalnızca hanımlara.
Yeni neslin "Ay yıkılıyosuuuun, çok cool olmuşsun, oha filan yani"lerine girmiyorum bile. Girince zıplayan sinirlerimi ada çayı bile yatıştıramıyor çünkü.