Gazeteye haftada bir yazıyor olmak ne kötü. Kendimi tutamayıp yazıyı çarşambadan önce yayınlayamaz mısın yönetmenim diyecektim neredeyse. Ağzımda yığınla cümle, üzerimde hayal kırıklığı, sosyal medyadan içimdekini döksem mi, yazımın vaktini beklesem mi arasında gidip geldim günlerce. Uyku uyuyamıyorum desem yeridir. Benim ve benim gibi binlerce insanın huzurunu kaçırmaya hakkınız yok diyorum bu hafta. Kime mi sesleniyorum? Vanspor'un yeni logosunun tasarımcılarına ve onu onaylayanlara tabi ki.
Logonun tasarım aşamasında verdiği fikirlerle, yaptığı çizimlerle görev alan değerli abi ve/veya ablalar! Bizimle dalga geçtiniz değil mi? Şaka yaptınız zannederim. Eğer öyleyse söyleyin, hep birlikte gülmeye ihtiyacımız var. Logo tasarımı hakkında nasıl bir yeterliliğe sahipsiniz, grafik tasarım alanında yetkin misiniz bilmiyorum. Fakat sizden daha kayda değer çalışmalar beklerdik. Hadi yapamadınız, fikir alışverişinde bulunacağınız, destek alacağınız kimse de mi yoktu? İşin uzmanlarının soyu mu tükendi Van'da? Amatör vatandaşlarımızdan bile daha sade, şık, iç okşayıcı, yaratıcı örnekler geldi. Bakınız sosyal medya.
Bizim logonun nesi var diye sorarsanız söyleyeyim: Neye vurgu yaptığı, neyi temsil ettiği belli olmayan boynu bükük garip bir figürler karmaşasından öteye gidememiş ne yazık ki. İnsana, anaokulu çocuğuna sorsak daha afili fikirlerle tanışırdık dedirten bir renk cümbüşü. Logo bile değil. Buna logo demeyin. Alengirli fikirlere henüz mazhar olamamış bir reklam ajansının acemilik denemesi deyin. Yahut stajer bir öğrencinin "ayık olmayan" kafayla, amirinin gözünden düşmek için özellikle tasarladığı bir çizgi film afişi deyin. Ama logo demeyin.
Bu logo(!)yu onaylayan (belki de tasarım ekibiyle aynı kişilerdir) büyükler! Vanspor sevgimizi ciddi anlamda etkilediniz, bilin. Göz zevkimize kıydınız, sanat anlayışımıza halel verdiniz, ruhumuzu incittiniz. Hayırlı olsun demek gelmiyor içimden.
***
Sentenet Ana'yı bilir misiniz? Ercişliler bilir. Orada yaşıyor, Karlıyayla Mahallesi'nde. 13 yaşında çocuk gelin olmuş. İrfan Polat'a varmış. Ve 140 çocukları olmuş. Hayır, kendi doğurmamış çocukları. Yıllarca çocuk sahibi olmak için tedavi görmüşler. Sonunda bir çocukları olmuş ama beş aylıkken böbrek yetmezliğinden kaybetmişler çocuğu.
Çalışıp para biriktirmişler ve aldıkları arsayı Milli Eğitim Bakanlığı'na bağışlamışlar. Arsaya okul yapılsın diye, bülbül gibi şakıyan çocuklar o okulun kapısından girsin diye. Kendileri bol bol çocuk sevsin diye. Sevmişler de. Sevebilmişler. Çocuk özlemlerini böyle gidermişler. O okulda 140 çocuk, 140 hikaye var ama Sentenet Ana'nınki başka hikaye. Belgesele konu olacak kadar başka. Senin gibiler yeryüzünden eksik olmasın Sentenet Ana.
***
Dün çay sohbetinde arkadaşlarla bir konu uğradı masamıza. Geldi oturdu çay bardaklarının dibine. Çocukluğumuzun en güzellikleri. İfade tam olarak buydu. Hangimiz uydurdu hatırlamıyorum ama buydu. Yani çocukluğumuzun hatırlanası en güzel yanı neydi diye soruluyordu. Aklıma Van basın sayfalarında gün içinde okuduğum haber geldi. Gözlerim doldu. Ruhumu öfke ve nefret bastı. Dedim ki çocukluğa dair aklıma ilk gelen annelerimizin bizi güvenle bakkal amcaya yalnız gönderebiliyor oluşuydu. Evet bakkal amcanın bize bir kötülük yapabileceği annelerimizin de bizim de aklımızdan geçmezdi. Bu kirli dünya düzeni, bu sapıkça yaklaşımlar 80'lerin dünyasında ya yoktu, ya da çok azdı. Oysa Van'da, yanıbaşımızda küçücük bir kız cinsel istismara uğradı. Acısı taze. Ve telafisi mümkün olmayacak o toplumsal yaralardan biri Van'ın da bağrında yeşerdi bir kez daha.
***
Bir zamanlar doğum günü olan müşterilerine kitap armağan eden bir kitapçı vardı Van'da. Ticaret hayatını devam ettiriyor ama aynı geleneğe sadık mı bilmiyorum. Bugüne bugün Şehrivan'da köşe sahibi iken ve fırsatım da varken o kitapçıya sesleniyor ve itiraf ediyorum:
Yıl içinde hemen hemen her ay size geldim ve her geldiğimde bugün benim doğum günüm dedim. Evet yaptım, hakkınızı helal edin. Hayır yüzüm kızarmadı. Haylaz bir Erciş kızıyım ben. Öğretmenlerim ve ailem bir kitap sever olarak yetiştirdiler beni. Bir adet bibliosmia vakasıyım ben. O yüzden bu konuda söylediğim yalanın masumca olduğunu düşünüyorum. Size çok teşekkür ederim ki her gelişimde bana kitap armağan ettiniz. Ve ben her seferinde elma şekeri almış çocuğun gökkuşağımsı sevincini yaşadım sayenizde. Bana kitabı uzatırken her seferinde anlayamadığım bir bakış takınan kasa görevlisi arkadaşlar, ya doğru söylemediğimi biliyordunuz, ya da saf kalbinizle bana inanıyordunuz. Hangisi bilmiyorum. Ama bir kez bile kimliğinizi görebilir miyiz demediğiniz için teşekkür ederim. Siz sanatın, okuyan neslin gerçek dostlarısınız.
Tam da yeri gelmişken az evvel sözünü ettiğim bibliosmia kelimesinin bilmeyenler için anlamını da bırakalım şuraya: Kitap kokusu sevmenin literatürdeki adıdır bibliosmia.
Kalın sağlıcakla.