İnsanlığın başlangıcından bu yana ikili ve sosyal ilişkilerin temelini oluşturan en belirleyici unsur kuşkusuz güven duymak olgusudur.

Medeniyetler de aynı şekilde bu unsur üzerine kurulmuştur.

Güven, yaşam döngüsünün başrolü olan insan hayatında oldukça etkili, yapıcı ve yokluğu ile yıkıcı bir öneme sahiptir. Zira İslam da dini bu konuda oldukça hassas ölçütlere sahiptir.

Öyleki Peygamaberlerin özelliklerinden biri Sıdk’dır. Peygamber efendimiz (sas) islamla müşerref olmadan önce yaşadığı toplumda, müşrikler içinde sarsılmaz güvenirliği ile bilinir. Sözüne eline, kanaatine, ticaretine, nefsine güvenilen El Emin lakabıyla anılırdı. Bu durum bizlere güvenilir olmasının dinin gereğinden önce insanlığın ve dahi insan-ı kâmil olmanın asıl mihenk taşı olduğunu gösteriyor. İslamiyetle müşerref olan bizler bu inancın değerleri ile şereflenmiş bir ümmet olarak, güven olgusunu da önemsemeli ve hayatımıza tatbik etmeliyiz.

“Mümin; elinden, dilinden, diğer insanların zarar görmediği kimsedir.” Düsturu dinimizin yayılması ve tanınması noktasında büyük rol oynamıştır. İslam medeniyeti öncesi cahiliye dönemi ve diğer coğrafyalardaki medeniyetleri etkisi altına alan vasat ahlak kültürü tüm keşmekeşi ile sürüp gitmekde idi. İslamiyet böyle bir zeminde içinde barındırdığı ahlaki değer yargıları ile merkeze insanı ve toplumu alarak ilahi erdemleri tatbik etmiş ve güven olgusu tüm teslimiyeti ile asr’ı saddette altın çağını yaşamıştır.

Günümüz yüzyılına yaklaşdıkça birçok değer yargısı gibi güven olgusuda unutulmaya yüz tutumuştur.

Osmanlı imparatorluğu dönemine bakacak olursak;insanaların çeşitli etnik ve dini gruplar ile bir arada yaşıyor olmalarına rağmen ekseriyetle ev kapıları kilitlenmemeleri , esnafın Cuma nazına gideceği vakit dükkanları açık drumda bırakıp camiye gidiyor olmaları karşılıklı duyulan etkin güvenin en açık vesikasıdır.

Güya medeniyetin henüz ulaşmadığı çağlardaki güven olgusunun altı bu kadar doluyken zaman sanayileşme ile teknoloji çağına doğru ilerledikçe hayat ve koşullar kolaylaştıkça; arzular, hırslar bir çok değerin önüne geçmeye devam ederek,etikden uzaklaşılıp kişisel menfaatlerin merkeze alındığı batı devşirmesi bir yaşam şekli ortaya cıkmıştır.

Bilhassa teknoloji çağı diye adlandırılan günümüz toplumlarında güven ve birçok ahlaki kült adını ve sanını kaybedecek kadar az tatbik edilmektedir.

Dini değer yargılarından uzaklaşma eğilimi, batı sempatizanlığı, tüketim zihniyeti, popüler kültür sarhoşluğu ve dahası adeta bir salgın gibi benlikleri zedelemiş, çağımız insanı güven hissinden gittikçe uzaklaşmış; tedirgin, kaygılı, depresif kişiliklere evrilmiştir.

Trajikomikdir ki hırsıza çelik kapı, alarm, kamera kafi gelmiyor. Sanal platformlar sahtekarlığı empoze ediyor, mağazalarda giysiler alarm takılı halde duruyor. Esnaf tartıda hile yapıyor ve bunlar gibi daha niceleri.

Güvende hissetmek için alınan her tedbir insanları yine de tam güvende hissettirmiyor. Eksilen ve eskitilen bu olgu en temelden en tepeye insanı ve toplumu sarsan temel sebeptir.

Bu minvalde aslımıza dönebilmenin yegane seçeneği Kuranı Kerime ve sünneti seniyyeye sarılmak ve bu hasretleri yaşantımıza entegre etmektir.Hadislerde müslümanın vasıfları arasında olan emanete sahip cıkmak,Güven vermek gibi tamlamalar ile vurgulanıyor oluşu ,hayat düsturumuzun Güven ekseninde şekillenip gelişmesi gerektiğini açıkça vurguluyor.