Geriye dönüp insanlık tarihine baktığımızda sayısız savaşların yapıldığını görürüz. İhtiras dolu birçok hükümdar, çar, imparator geldi ve birer birer tarih sahnesinden çekildiler. Bazıları iyi anılıyor, bazılarıysa ismi bile telaffuz edilmiyor.
Tarihin her döneminde ihtirasları uğruna savaş çığırtkanlığı yapan yönetimler ya da monarşik liderler hiç eksik olmamıştır. Güç sahibi liderler milyonlarca insanın kaderine açlığı, sefaleti, gözyaşı getirmeyi ihmal etmezler.
Tarih kitaplarını biraz karıştırdıktan sonra birisi çıkar fetih niyetine bir coğrafyayı işgal ettiğini görürüz. Sırf milletini yüceltmek ve daha da göklere çıkarmak için savaş makul bir çözümdü. Yerle bir edilen şehirler bir hükümdara şöhret ve onur getirdiği sayılırdı.
Dünyadaki işleyişte vatan, millet, toprak gibi kavramları toplum içinde bir değer olarak kutsanır. Bu sayede savaşı meşrulaştırıp kutsanmış değerler uğruna ölmek, öldürmek çok kolay oluyor. Bunları şüphesiz iyi yapanları var. Mesela tarihin bize bıraktığı “zulmün timsalleri” Napolyon, Adolf Hitler, Franco, Saddam Hüseyin, G. Bush’lar...
Adolf Hitler'in kendini beğenmişliği ve aç gözlülüğü milyonlarca insanın trajik ve acı dolu yıllar geçirmesine neden oldu.
Savaş liderler ve generaller için onur demekken, insanlar için ölüm demektir. Halkı savaşa sürmek için her türlü propaganda, güzelleme yaparlar.
I. ve II. Dünya Savaş’ları milyonlarca insanın canına mal oldu. Bu utançlığa rağmen Avrupalı devletler özellikle Afrika’nın zengin kaynaklarını sömürerek enseyi kalınlaştırmıştı. Sömürüyü yaparken ellerindeki gelişmiş silahlarla halka boyun eğdiriyordu; boyun eğmeyen de kırımdan geçiyordu.
Avrupalılar savaştan elini ayağını çektikten sonra sahne boş kalmadı. Kürenin yeni ağabeyi ABD olmuştu. 1945’lerden beri ağırlığını iyice hissettiren ABD, dünyanın her köşesine uzanabildiği kadar savaşları o coğrafyaya taşıdı.
Savaşın sürmekte olan coğrafyalarda, parmağını haritanın hangi noktasına getirdiğinde altında ABD çıkar. ABD’nin savaşları bazen demokrasi götürmek için olur, bazen de dünyaya tehdit saydığı yönetimleri iktidardan alaşağı etmek içindir.
Savaşlar, bazen de ucuz enerji kaynaklarına ulaşmak için eller silaha sarılır. Ortadoğu’nun hikayesi de budur aslında. Petrolün zifiri karanlığında kara bir kadere sahip bir coğrafya. Buralarda savaşlar bitmez. Yıllardır akıtılan kan ve gözyaşlarının bitmediği bir yerdir.
Farklı düşünceleri ve farklı kültürleri baskı ve şiddet yoluyla kontrol altına almak insanlığımızın büyük eksikliğidir. Savaş bu dünyada eksik olmayacak bir umuttur. İnsan toplumu her yüzyılda bir savaş seyircisi olamaz. Barışı bir kültür edinip savaştan yana olan her aktörü bu dünyada rahat davranmasını beklenmemelidir.
Kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan kesimi düşman bellemek, dünyayı dar etmek hiçbir şeye hizmet etmez. Bu sadece gerginliğe, huzursuzluğa ve savaşa hizmettir.
Savaş ayrılıktır, elemdir, tecavüzdür, ölümdür, yıkımdır, kan gölüdür, iyiliği yok etmedir, barışı yok etmedir. Savaşa karşı barış dilini konuşmak her insanın yapması gereken bir duruştur. Özellikle dünyanın kitle iletişim alanında gelişmiş olması siyasetçilerden tut her bireye kadar dikkatli, özenli bir dil kullanması daha faydacıdır.
ABD’nin Vietnam’ına, Afganistan’ına Irak’ına; Fransızların Cezayir’ine, Afrika’sına; İngilizlerin Hindistan’ına bakıp, savaşın insan hayrına olmadığını görmek lazım.
ABD yıllarca Vietnam’a asker yollayıp, savaş uçaklarınca bombardımana tutması kimseye bir yarar sağlamadı. Sonucunda birçok asker, sivil ölürken, ABD’nin bakiyesine savaş çığırtkanlığı kaldı.
Her insan kendini biraz savaş altında yaşayan insanların yerine koymalıdır. Aynı havayı soluyan insanlar aynı zamanda birlikte yaşamayı bilmelidir. Savaşın olmadığı bir dünyada mutlu, huzurlu bir yaşam her insanın hakkıdır.
Dünyanın rengarenk toplumların yüksek sesiyle belki de savaş kendi köşesine çekilecek. Ancak o zaman dünya rahat bir nefes almaya başlar. Yoksa savaşın hiç sonu yoktur. Biraz Stefan Zweig okusak, Tolstoy’u okusak duygu dünyamıza barışı kazandırmış olacağız.