Yolculuklarına çıkmak istiyorum bazen. Öyle can kenarı bir bilet kesip kendime en uzaklarına kadar gitmek gibi küçük hayallerim var. Yolda verdiğimiz mola yerlerinde başının üstünde simit taşıyan çocukların tahriş olmuş ellerinden simit yemek gibi arzularım da var. Zaten bu tür yolculuklar kısa sürmez bilirsin! En nihayetinde vardığım zaman yüreğinin ve sevdanın pıt pıt diye attığı bir köşesine, hiç usanmadan ve tereddüt etmeden bir ucunda sıkışıp büzüledebilirim. 
Ama tüm bunlar için ihtiyacım olan tek şey sana duyduğum özlemin yanında bana vereceğin birazcık sevgi. Sevgi; tek taraflı olur mu dersin? Tek başına mutlu eder mi beni? Fuzuli değilim ki ben? Ya da Yunus? Hele Hasan Hüseyin hiç değil... 
Gökyüzünün altında kaldı Van Kalesi. Otlu peynir dolu biraz tabağım. Yanında sek bir zehir. Yudum yudum içiyorum seni. Ahhhh.... Neredesin şu kara kış ayında? Bilirim sevmezsin sen hiç buzu,karı. İlle sıcak hava derdin. E o zaman çıkıp gelsen sen de şimdi Erek Dağı'nın eteklerinden. Açıversen kapımı " Ben geldim senin yolculuğundan " deyip. Benden sana izin, benden sana aşk, benden sana müsaade...
Az kaldı Nevruz'a. Dallar çiçeğe duracak. Etraf göğsün gibi - mis gibi- kokacak. Bilir misin ben en çok seni Nevruz'da sevdim. En çok bahar yağmurlarında saçlarının ıslandığında. Suluboya resimler gibi akardı gözünden makyajın. Ben en doğalından seni görürdüm, en doğalından seni severdim.
Kar,buz, yağmur, çamur demeden memleketimin her bir köşesinden çıkıp da gelebilirim yanına, çıkıp gel, sen de yanıma.
Hem ne işin var senin olmayanların yanında. Etimle, kemiğimle, ağzımdaki küfürle ve duayla seninim. Kim korkar seni hep bir adım daha çok sevmekten? Kim daha çok sever ki? Kim daha çok sımsıkı sarılır benim gibi sana? Eğer yaşasaydı annen,cevabım olurdu ama zaten ölüler değil mi bizi en çok seven?
Dün yalnızdım önceki birkaç gün gibi. Oturdum hiç yoktan seni dert ettim kendime. Acaba üşüyor mu elleri diye. Belki biraz olsun hissedersin diye kendi avuç içlerime bıraktım "hoh" diye sesli nefeslerimi. Gitmeden yanına, görmeden seni, söylemeden sözlerimi ölmemeliyim dedim kendi kendime. Havasızdı odam. Pencereden buz gibi bir rüzgar, rüzgârla beraber sen doldun odama. Kokun yok mu senin kokun? Ah o kokun? Odama doldu. Odam taştı kokunla. Ölüp de görseydim eğer yedi cenneti, elbet birine eş olurdu kokun.
Yolculuklarına çıkmak istiyorum bazen. Öyle can kenarı bir bilet kesip kendime en uzaklarına kadar gitmek gibi küçük hayallerim var. Müsaadenle... 

.....
MARİFET

Göğü yırtıp geçen bir selvi ağacının altında 
Manzarası sadece 9.20 trenine bakan bir bozkır ortasında;
Kâh hüzünlü,
Kâh ümitli,
Kâh vedalara alışık.. 
Yarınlar kadar heyecan verici,
Pişmanlıklarım kadar keşke dedirten bir yalnızlıkla bekledim seni.
Sen iki dünyamın müjdecisi,
Sen ki kadınsın,
Kadınımsın!
Elbet tecrübelisin de.
Bilirsin doğurmayı,
Bilirsin yaşatmayı,
Hadi kaçma bir yangının ilk habercileri gibi.
Soyun!
Dökül!
Arın!
Yapmadıklarından,
Yapamadıklarından...
Otur baştan doğur beni.
Her göz açışımda
Seni göreyim karşımda.