Öğlen saatlerinde Van'dan Tebriz'e gitmek üzere kendimi minibüste buldum. Aklımda ziyaret edeceğim şehirler, çantamda pasaportum ve biraz para dışında pek bir şey yoktu. Yolda neler ile karşılaşacağımı düşünürken kısa bir süre sonra Kapıköy Sınır Kapısına vardım. 24 saat kesintisiz hizmet veren bu sınır kapısının sürekli yoğun olduğunu öğrendim. Bir müddet sırada bekledikten sonra araçtaki diğer tüm yolcularla birlikte sorunsuz geçtik. Aracın da kontrolden geçip İran tarafına geçmesini beklerken Türkiye’de balayı tatilinden dönen bir çift ile tanıştım. Para bozdurma, telefon hattı ve diğer prosedürler konusunda faydalı bilgiler verdiler. Daha sonra Tebriz'e olan yolculuğumuz aracın da kontrolden geçmesiyle devam etti. Türkçe, Kürtçe ve Farsça şarkılar eşliğinde süren yolculuk, akşam saatlerinde Tebriz'e varmamızla bitti.

Tebriz: Tarih ve Kültürün Buluşma Noktası

Seyahatime İran'ın kuzeybatısında yer alan Tebriz'den başladım. Tebriz, tarihi pazarları ve muhteşem mimarisiyle ünlü bir kent. Şehirdeki en etkileyici yerlerden biri UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Tebriz Çarşısı oldu. Bu çarşı, labirent gibi sokakları ve çeşitli dükkanlarıyla adeta bir zaman yolculuğuna çıkmamı sağladı. Ayrıca, Tebriz'de Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah tarafından yaptırılan Gök Camii, 1868'de inşa edilen Tebriz Meşrutiyet Binası ve şehir halkının bolca vakit geçirdiği El-Gölü, ziyaret ettiğim başlıca noktalar oldu.

  |   

 

Tebriz'de çarşı esnafının kurduğu hayır kurumları sayesinde halk içinde güzel bir dayanışma ortamı sağlanmış. İran'ın diğer kentlerinde sıklıkla göreceğim dilencilere Tebriz'de neredeyse hiç rastlamadım. Ayrıca bizdeki gibi sahipsiz sokak hayvanı sorunu da yok. İran'da sayıları bir hayli fazla olan başta Afgan olmak üzere yabancı göçmenlere de Tebriz'de rastlamadım. Gelişmiş metro altyapısı, düzenli caddeleri ve insanının misafirperverliği dikkatimi çeken ve takdir ettiğim diğer hususlar oldu.

Tahran: Modernlik ve Gelenek İç İçe

İstanbul'da öldürülen İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil son yolculuğuna uğurlandı İstanbul'da öldürülen İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil son yolculuğuna uğurlandı

Tebriz'den sonra İran'ın başkenti Tahran'a geçtim. Tahran, modern bir metropol olmasının yanı sıra, pek çok tarihi mekâna da ev sahipliği yapıyor. Saadabad Sarayı, büyüleyici mimarisi ve zarif bahçeleriyle beni kendine hayran bıraktı. Sarayın içinde yer alan müzeler ve sergiler, İran'ın zengin tarihine dair pek çok bilgi sundu. Ayrıca, Tahran'ın kuzeyinde yer alan Tabiat Köprüsü'nden şehrin muhteşem manzarasını izlemek de unutulmaz bir deneyimdi. Özgürlük Meydanı anlamına gelen “Azadi Meydanı”, Ulusal İslam Devrimi ve Kutsal Savunma Müzesi ile İran Milli Kütüphanesi ziyaret ettiğim diğer noktalar oldu.

    

Tahran'daki ikinci gününde yapımı 10. yüzyıla kadar dayanan Tahran Kapalıçarşı'nı ziyaret ettim. Yaklaşık 10 hektarlık bu çarşı, şehirdeki modern alışveriş ve yaşam alanlarına rağmen halen ticaretin kalbi konumunda. El dokuması İran halılarından baharatlara, tekstil ürünlerinden takı ve geleneksel el ürünlerine kadar her şey bu çarşıda var. Ayrıca çarşının içinde yer alan ve çini işlemleriyle hemen göze çarpan İmam Humeyni Camii ve Haj Ali Ekber Camii, çarşının tarihi ve kültürel önemine büyük katkı sunuyor.

 

Tahran'da kaldığım butik bir otelde farklı ülkelerden gelen gezginlere tanışma ve sohbet etme şansım oldu. Her biri deneyimlerinden bahsederken İran'ın turistik mekanlarda yabancılara uyguladığı fiyat politikasını eleştirdi. Eleştirmekte de haklılardı. Nitekim giriş ücreti İran vatandaşına 30 bin tümen olan müzelere yabancı vatandaşlar 250 bin tümen ödemek zorunda kalıyor. Dünyanın her yerinde yerli ve yabancı turistler için farklı fiyatlar uygulanır ancak İran'da bu fark neredeyse 8 kat! Nitekim ülkeye her gelen her turist Amerika, İngiltere veya Avrupa ülkelerinden gelmiyor.

Tahran'da notlarıma eklediğim bir diğer husus ise şehrin tamamına yayılmış kötü bir fastfood kültürünün varlığı. Son yıllarda artan bu hazır gıda restoranlarını şehrin her köşesinde görmek mümkün. Ayrıca yüksek ev fiyatları nedeniyle neredeyse 3 milyon insanın her sabah Tahran’a çalışmaya gelip akşam ise şehir dışına çıktıklarını öğrendim. Tahran’ı gün boyu kuzey-güney ve doğu-batı eksenli metroları sayesinde hızlı ve ucuz fiyata gezebildim. Akşama doğru sıradaki durağım olan Kaşhan şehrine gitmek üzere Tahran'ın güney otogarına doğru yola koyuldum.

 

Kaşhan: Çölün Ortasında Bir Vaha

Tahran'dan sonraki durağım İsfahan Eyaletine bağlı Kaşhan şehri oldu. Bu şehir, Pers döneminden kalma muhteşem bahçeleri ve geleneksel evleriyle ünlü. Fin Bahçeleri, çölün ortasında adeta bir vaha gibiydi. Burada, tarih boyunca önemli olaylara tanıklık etmiş saray ve yapıları keşfetmek oldukça etkileyiciydi. Ayrıca Tabatabaei Evi ve Borujerdi Evi gibi tarihi evler, İran mimarisinin zarafetini gözler önüne seriyordu. 16. yüzyılda inşa edilen Sultan Amir Ahmet Hamamı geleneksel İran hamamının en güzel örneklerinden biriydi. İran seyahatim boyunca ihtişamından en çok etkilendiğim camilerden biri olan Ağa Bozorg Camisi de şehirde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden birisi.

Tebriz ve Tahran ile kıyaslandığında Kaşhan'ın tarihi Kapalıçarşılarını daha düzenli ve mimari açıdan daha iyi buldum. Ne var ki temelleri Büyük Selçuklu Devletine dayanan bu çarşının en iyi yeri Aminoddole Kervansarayının bulduğunu alan. Ziyaretçilerine seyrine doyum olmayan zarif mimari işlemeler sunan bu kervansaray, mutlaka güzergahınızda olmalı. Akşam olunca emekli öğretmen Javad'ın misafiri oldum. Benim için İran'ın ev ve yaşam kültürünü daha yakından tanımam için büyük bir fırsattı. Ailesinin misafirperverliği ve hoş sohbeti Kaşhan ziyaretimi daha da güzel kıldı.

Ertesi gün Kaşhan’a veda etmek için hazırlandım. Saatlerce süren çöl yolculuğunun ardından gördüğüm bu şehir bana başka yerde göremeyeceğim harika eserler ve insanlarla tanışma olanağı sundu. Geleneksel İran evlerinin en güzel sergilendiği kent kuşkusuz Kaşhan'dır. Ayrıca kenti ziyaret edecekseniz Falude tatlısı, Gurme Sebzi ve Goosht Loubia gibi yerel tatları mutlaka denemelisiniz.

 

İsfahan: İran'ın İncisi

İtiraf etmeliyim ki beni bu seyahat için en çok cezbenden şehir İsfahan'dı. Şaşırtmadı! Seyahatimin en etkileyici duraklarından biri oldu. Şehir, Hz. Ömer (r.a.) devrinde fethedilmiş. Büyük Selçukluların başşehri, Harzemşahların, Timurluların ve Safevilerin gözdesiydi. Etrafı atla bir günde dolaşılabilirdi. Hem “nısf-ı cihan” hem “nakş-ı cihan” Yani “dünyanın yarısı” ve “dünyanın süsü”. Müslüman ve Avrupalı seyyahlar tarih boyunca İsfahan’ı övgülerle anlatmışlardır. Şehir, büyüleyici camileri, köprüleri, çarşıları ve meydanlarıyla ünlü. Nakş-ı Cihan Meydanı, dünya üzerindeki en büyük meydanlardan biri ve çevresindeki Şah Camii, Şeyh Lütfullah Camii ve Ali Kapu Sarayı ile adeta bir açık hava müzesi gibiydi. Meydanın etrafında dolaşmak ve tarih kokusunu hissetmek, hayatımın en unutulmaz anılarından biri oldu.

Bir şehri kendine mahsus özellikleriyle tanımanın yolu hem gece hem gündüz sokaklarında kaybolmayı gerektirir. Esnafla sohbet etmek, yerel halk ile konuşmak ve en önemlisi bolca yürümek o şehrin ritmini, sesini, kokusunu, mekânsallığını, mimarisini, ölçeğini anlamak için çok değerlidir. İsfahan’da neredeyse hiç ulaşım aracı kullanmadım. Saatlerce aralıksız yürüdüm. İran’a karşı türetilen “güvenli ülke değil” imajını gece çok geç saatlerde yaptığım yürüyüşlerle “kendimce” çürütmüş oldum.

İsfahan’da Büyük Selçuklu hükümdarlarına 52 yıla yakın süre hizmet eden, ömrünün 20 yılını vezirlikle geçiren Nizamülmülk ile Sultan Melikşah'ın kabirlerini ziyaret etmek seyahatimin en duygusal ve derin anlarını teşkil etti. Kabirleri bulmak için İsfahan’ın varoş diyebileceğimiz arka mahallerine doğru yürüdüm. Dar sokaklı yollarda mahalle sakinlerine sora sora bir kapının önüne vardım. Kapıya yapıştırılan numaradan türbedarı aradım. Bir müddet sonra içeri girmem için gelip kapıyı açtı. Dışarıdan hiçbir şekilde tarihi bir yer ya da türbe olduğu anlaşılmayan bu yapı eski çizim ve planlarında içinden dere akan büyük bahçeli bir konak olarak kayıtlara geçmiş. Şimdilerde ise yaklaşık 100 metrekarelik küçük bir alan olarak duran yapının asırlardır türbedarlığını bir aile üstlenmiş. Yapının içinde bulunan seramikler, zamanın yüklediği ağırlıkla hemen göze çarpıyordu. Sultanlığı boyunca Melikşah'a vezirlik yapan Nüzamülmülk, eski görevini devam ettirircesine en önde yer alarak gelenleri karşılamaya devam ediyor. Sultan Melikşah ile eşi Terken Hatun'un mezarları ise içeride, arka tarafta yer alıyor. Türbenin genel durumu ve ailesiyle ilgili bilgi veren türbedar, Sultan Alparslan'ın kabrinin bilinenin aksine Merv şehrinde değil, burada olduğunu söyledi. Türbeden çıkıp tekrar şehir merkezine doğru yürürken aklımdan geçenleri yazmasam olmazdı. İran’ın hâlâ kullandığı günü güneşe, yılı hicrete göre sayılan Takvim-i Celâlî, Melikşah’ın yâdigârı. Birçok cami, köprü ve çarşıda bugün bile Selçuklu izleri var. Vezir Nizamülmülk'ün adıyla anılan Nizamiye medreseleri model olarak İslâm coğrafyasında, hatta Avrupa'da kurulan pek çok üniversiteye örnek teşkil etmiştir. İlim ve sanat Melikşah ve Nizamülmülk dönemde tüm dünyaya İsfahan’dan yayılmışken türbelerinin bu şekilde olması beni fazlasıyla düşündürdü…

İsfahan’daki ikinci günümde şehirdeki 11 köprüden biri olan Si-o-se Pol’a (Otuz Üç Gözlü Köprü) gittim. Köprü, Zayenderud Nehri üzerine kurulu en uzun köprü. Kıyaslamak gerekirse Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerine kurulu On Gözlü Köprü’nün yaklaşık iki katı uzunluğunda. Yanlış su politikası nedeniyle her ne kadar nehirden su akmasa da İsfahan genel itibariyle yeşil bir şehir. İsfahan’da ziyaret ettiğim bir diğer nokta zarif ve ihtişamlı sütunlarıyla Çehel Sütun Sarayı oldu.

Sarayın ismi Çehel Sütun (Kırk Sütun) olsa da girişte sadece yirmi ince ahşap sütun var. Ancak girişin önündeki havuzun suyuna yansımasıyla ahşap sütunların sayısının 40'a çıkması, sarayın bu adı almasına neden olmuş. Saray duvarlarına işlenmiş resimler, Çehel Sütun’u adeta hikâye anlatan ve şiir okuyan bir binaya dönüştürmüş. Bu resimlerden en çok dikkatimi çeken Şah İsmail’in 1514’te Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’e mağlup olduğu Çaldıran Savaşı’nın betimlendiği alan oldu.

İslâm coğrafyacıları ve Avrupalı seyyahlar, İsfahan eyaletinde yetişen meyvelerin lezzet, bolluk ve ucuzluğundan hep söz etmişlerdir. Abbâsîler devrinde hilâfet sarayına İsfahan’dan meyve, bal ve mum gönderiliyordu. Ünlü seyyah İbn Battûta yetiştirilen meyvelerin bolluğundan ve özellikle de üzüm ve dışı yeşil, içi kırmızı kavununun benzersiz lezzetinden söz etmektedir. Bende içi kırmızı kavun ve İsfahan’ın ufak taneli üzümünün tadına bakmak için kentteki manavlara uğradım. Yediğim meyveler gerçekten de sulu ve oldukça lezzetliydi. Tarih boyunca sanat, edebiyat ve felsefenin de merkezi olan İsfahan, bugün de aynı görkemi, zarafeti ve sanatı mistik bir yolculuk ile ziyaretçilerine sunuyor. Şehircilikte İsfahan ekolü diye kendi mimarisini oluşturan bu kentte veda ederken ziyaret edemediğim birçok yer kaldığı için biraz buruk ayrıldım.

Şiraz: Şairler ve Bahçeler Şehri

10 günlük seyahatimin son durağı Şiraz'dı. Sabah gün doğumundan önce Şiraz’a vardım. Otogardan şehir merkezine kadar uzun bir yürüyüş yaptım. Şiraz’ın dar sokaklarında çöp temizleyen görevliler ve birkaç sokak kedisi dışında sanki tüm şehir derin bir uykuya dalmıştı. Sonradan öğrendim ki Şirazlılar güne erken başlamayı sevmezlermiş.

İran’da tüm seyahatim boyunca ilk defa bu şehirde turist olduğumu hissettim. Konaklamak için uğradığım oteller tıpkı müze ve camilerde devlet tarafından uygulanan harici/dahili fiyat politikasını benimsemişlerdi. İranlı değilseniz Şiraz’da konaklamak için iyi bir bütçe ayarlamanız gerekebilir. Biz tekrar seyahate odaklanalım!

Şiraz, İran'ın kültürel başkentlerinden biri olarak kabul edilir ve bu unvanı hak ettiğini kısa sürede anladım. Pers İmparatorluğu’nun baş tacı olan Persapolis’in ev sahibi olan bu kent, dünyaca meşhur İran halıları ve şarabı ile İran’ın en önemli kültür ihracatçısı konumunda. Şiraz ziyaretim, UNESCO Dünya Mirasları arasında yer alan Eram Garden (Cennet Bahçesi) ile Hafız ve Sadi gibi büyük şairlerin anıt mezarlarının bulunduğu bahçeleri görmekle başladı. Bu şairlerin şiirleriyle dolu bahçelerde dolaşmak, ruhumu huzur verdi. Sadece İran edebiyatı için değil tüm dünya edebiyatlarının ölmez yapıtları arasında gösterilen Bostan ve Gülistan’daki ahlâk ve edebe dair kıssadan hisse şeklindeki meselle ve misaller, insanın zihnine ve gönlüne nakşolacak cinstendir.

 

Şiraz’da ayrıca Zend Hanedanı döneminde inşa edilen Vekil Cami, Kerim Han Kalesi, Vekil Çarşısı ve Qavam Evi ile tarihi Kur'an Kapısı başlıca ziyaret noktalarım oldu. İç mimarisinde pembe renkli fayansların kullanılması nedeniyle popüler kültürde Pembe Cami olarak adlandırılan  meşhur cami Nasir el-Mülk Camisi de bu kentte. Tadilat nedeniyle kapalı olan caminin tekrar ziyarete açılması için bir gün daha kalmam gerekiyordu. Bende öyle yaptım. İyi ki bir gün daha kalmışım dediğim anılar biriktirdim.

Şiraz’da foto safari yapan yerel bir grup ile tanışmam bana şehrin derinliklerine dalmam konusunda harika olanaklar sundu. Bu süre zarfında İran’ın benimsediği Şia mezhebi için önemli sayılan ve iç işlemelerinin tamamında ayna kullanılan Şah Çerağ’ı ziyaret etme şansım oldu. Işıklar Şahı anlamına gelen Şah Çerağ’a sıkı bir güvenlik kontrolünden sonra alındım. Bir rehber eşliğinde Şiilerin 8. imamı Ali er-Rızâ'nın kardeşleri Seyyid Emir Ahmed ile Mir Muhammed'in mezarlarının bulunduğu alanı ve tarihi mekanları ziyaret ettim.

Ertesi gün sabahın ilk ışıklarında kendimi Nasir el-Mülk Cami’sinin kapısında buldum. Cami o kadar ihtişamlı ki Türkiye'den sadece bu camiyi görmeye gelen çok fazla sayıda turist var. Renkli vitraylarından süzülen ışık oyunları, caminin içinde büyüleyici bir atmosfer oluşturuyor. Vitray camlardan süzülen dört ana renk var ve bunlar dört mevsimi temsil ediyor. Yeşil, baharı; kırmızı, yazı; turuncu, sonbaharı; mavi ise kış mevsimini temsil ediyor. Nasir el-Mülk Cami’sinin camlardan süzülen renkli ışık gösterisi benim için İran yolculuğumda yaşadıklarımı, tanıdığım mükemmel insanları, kadim ve renkli toprakları harika bir şekilde temsil ediyordu.

Sonuç

İran seyahatim, beklediğimden çok daha fazlasını sundu. Tarihi ve kültürel zenginlikleri, sıcak ve misafirperver insanları ile İran, gezginler için adeta bir cennet. Yol boyunca tattığım yerel lezzetler ve şahit olduğum gelenekler, bu deneyimi daha da özel kıldı. Bu seyahat, sadece fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda bir kültürel ve manevi keşifti. İran'ın büyüleyici atmosferi, beni her adımda yeni bir hayranlıkla karşıladı. Tebriz'den başlayan ve Şiraz'da son bulan bu serüvenim, gelecekte tekrar bu topraklara dönme arzusu ve bu güzellikleri sevdiklerimle paylaşma isteği uyandırdı. Her bir şehir, kendine özgü güzellikleriyle beni büyüledi ve İran'ın anlatılanların aksine ne kadar eşsiz bir ülke olduğunu bir kez daha gösterdi.

Haziran 2024 Sevgilerimle

Kaynak: ŞEHRİVAN HABER - HABER MERKEZİ