Weylo Weylo (5 Kız Kardeş)

Abone Ol

     Saçlarımı kazıttım, aslında güzel bir kızım ya da bilmiyorum, işte öyle bir şey. Biliyor musunuz? Ben okuma yazma bilmem, öyle televizyon falan sadece ismini duymuşum. Okulumuz vardı ama erkeler içindi kızların gitmesi haranmış, öyle dermiş ağamız, hocamız. İnanıyorduk çünkü bilmiyorduk, en doğrusunu onlar biliyor derdik.                                                             O günü çok iyi hatırlıyorum, ben en küçükleriydim, ablalarım saçlarımı en sevdiğim şekilde örmüşlerdi ve sabah giymem için en güzel entarimi hazırlamışlardı. Akşam ablalarım avuçlarını kınayla kırmızıya boyamışlardı ve hiç gözümün önünde gitmiyor, Hatice ablam sürekli ağlıyordu. Bizim buralarda çok yağmur yağmazdı ama o akşam sabaha kadar camımıza yağmur taneleri çarpıyordu, sanki bize bir şeyler anlatıyordu yada bizi uyarıyordu. Odamızın yanında babamla amcalarım köylülerle oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı ve ben dinlemek istiyordum, şöyle kulağımı duvara dayasam muhtemelen konuşulanları çok rahat duyabilirdim ama ablalarım izin vermiyorlardı. Herkes bir şeyler biliyordu ama ben hiç bir şeyin farkında değildim. O akşam konuşulacak o kadar çok şey vardı ki; mesela kınamız hakkında konuşabilirdik, entarim hakkında konuşabilirdik ya da Sevda ablamın sesi çok güzel ondan bir türkü dinleyebilirdik ama toplasan üç beş kelime konuşamadık. 
       Sabah olmuştu ve farkında olduğum tek şey dışarıdaki çamur kokusu ve çamurda yürüyen havyarların ayak sesleriydi. Ablalarım gece nasıl duruyorlarsa hala o şekilde duruyorlardı, acaba hiç uyumadılar mı? Bilmiyorum. Kınalı ellerini temizlemek için bir çabalarını da göremiyordum. Bir şeyler oluyor ya da olacak, hissediyorum ve her ne olacaksa o asla iyi bir şey değildi. Babamın sesi duyuldu ve devamında amcalarımın bağırışları duyuldu, ben ne olduğunu anlamadan babam ile amcam içeri girip Rabia ve Şemse ablamı dışarı çıkardılar. Dayanamadım peşlerinden koşup dışarı çıktım çünkü ablalarımın ağlamaları ve çığlıkları gökyüzünü utandırıyordu ben buna dayanamazdım. Ama babamla amcalarım duygularını, vicdanlarını toprağa gömmüşlerdi. İnanmak istemiyordum, yapacaklarını hayal bile etmek istemiyordum çünkü güçsüzdüm, dayanamazdım. Köylüler çarçabuk bahçeye toplandılar ama yardım için değil sebep oldukları olayı izlemek için toplanmışlardı. Ablalarıma ilk tokadı amcam atmıştı, belki kızına yapılana sessiz kalmaz tepki verir diye düşündüğüm babam sopayla başladı ablalarıma vurmaya. Olmuyor, bir şeyler yanlış gidiyor bir baba kızına bu şekilde vuramaz. Ne olur yapmayın! Vurmayın! Baba! Baba! … Yerde ve gökte ne varsa buna şahit oluyordu ama kimse sesini çıkarmıyordu. Çamurdan tanınmaz hale gelen ablalarımdan akan kanlar buraların hiç şahit olmadığı bir toprağa çevirdi. Onlara koşmak sarılmak için neler yapmazdım ki ama vicdanları taşa dönüşmüş bu insanlardan fırsat bulmak ne mümkün ki. Ama onların yapacakları daha bitmemişti, ağanın traktörü ile bahçeye amcalarımdan biri girdi ve yapmazlar, hayır bunu asla yapmazlar! Dediğim şeyi yaptılar… Yerde kanlar içerisinde kalan ablarımın üzerinden traktörle geçtiler. Ne olduğunu anlayamadım, keşke bunların tamamı bir rüya olsa kalkıp ablalarıma sarılabilsem. Ama bırakmadılar, gözlerimin önünde ablalarım canını vahşice aldılar. 
   Benim bir adım ötemde ağıt yakan Sevda ve Hatice ablalarım vardı. Avuçlarında dünden yaptıkları kına yerine bir avuç toprak vardı, ellerini havaya kaldırmış baba! Baba!... Diye feryat ediyorlardı. Yerde kanlar içerisinde parçalanmış ablalarıma bakarken köylülerden biri Hatice ablamın saçlarından tutup sürükleyerek meydana çıkardı. Hayır! Yalvarıyorum, yapmayın! Amca yapma! Baba yapma! … Bu haykırışlar içerisinde aynı yere amcam tarafından Hatice ablamı da amcam sürükleyerek getirmişti. Babam, hayır o babam olamaz; aynı sopa ile başladı Sevda ve Hatice ablama vurmaya. Etrafta insanlar vardı ama ben canlı olduklarından bile şüphe duyuyordum ve aslında ne hissettiğimi, yaşayıp yaşamadığı da bilmiyordum. Dun akşamdan yağan yağmurlar yerini ablalarımdan akan kanlara bırakmıştı. Bu acıya dayanamayan bulutlar bile dağılmıştı ve yerini feryatlara, suratına tükürülecek insanlara ve kızgın güneşe bırakmıştı. Amcam bunca insanın içerisinde cebinden çıkardığı bıçağı Hatice ablamın boğazına dayadı. Hayır, yapmazlar diyemiyordum artık, bağırıyordum, yalvarıyordum, aramızda birkaç metre vardı ama sesimin çıktığından ve onların duyup duymadığından emin değildim. Ablam, ne olur silahla vurun bizi erken öldürün, bu şekilde bize işkence yapmayın diyordu. Bu nasıl bir istek, diyemiyordum, ölüm acı diyemiyordum, öleceğimizi biliyorduk ve en hızlısını istiyorduk. Hatice ablam, herkesin gözleri önünde boğazı kesilerek katledildi. Sevda ablamı da aynı son bekliyordu ve ablam yapacağı bir şeyi olmadığından olmalı hiç sesini çıkarmadan köylülerden birinin elinde boğazında bıçak dayanmış şekilde bekliyordu ve aynı son onun da başına geldi. Sevda ablamın da boğazı kesilerek katledildi. 
       Ben, Gönül, yaşım daha küçük ama sıra bana gelmişti. Hani acaba ben küçüğüm diye traktörle beni ezmezler, belki boğazımı bıçakla kesmezler. Öldürecekler biliyorum ama ablalarımdan daha acısız bir ölüm olur mu?  Meydandaki utanılacak yüzler hatta suratlarına tükürülecek suratlar, yerde cansız yatan 4 kızın cesetlerinden bana dönmüştü. Artık umut diyemiyordum belki ölüm benim için bu saatten sonra en doğrusu olacaktı. Hani arkamı dönup, koşup merhametine sarılacağım bir annem yoktu ki, annemizde yakın zamanda ölmüştü. Hiç kimsem yoktu babam da amcamlarım da artık bende yoktu. Amcalarım beni tutup traktöre bindirdiler, hiç ses etmedim, yalvarmadım, feryat etmedim. Fırat Nehri’nin yanına getirdiler, demek ki benim ölümüm suyla olacaktı ve Fırat Nehri de bu utançtan nasibini alacaktı. Amcam hiç uzatmadan beni nehrin içine attı… Ölmedim, nehir bana merhametli davranmıştı ve bir şekilde başka taraftan kıyıya çıkmıştım. Beni bulmaları çok uzun sürmedi, aylar sonra bulundum ve küçük yaşımda bir akrabanın ikinci karısı olarak evlendim. Sonra sevdiğime kaçtım. Saçlarımı kazıttım, aslında güzel bir kızım ya da bilmiyorum, işte öyle bir şey…
      Bize şahit olan mevsim değişti, ağaçlar yapraklara hasret kaldı. Papatyalar öldü, bize şahit olan kalpli insanlar delirdi. Biz öldük mezar utandı, toprak utandı.
        1994-98 yılları arasında Şanlıurfa’da töreler nedeniyle ailesi tarafından öldürülen beş genç kızın öyküsü. Köy meydanında indirilen kızların ikisi Rabia ve Şemse traktörün altına atarak ezdiriliyor. Diğer iki kız ise Sevda ve Hatice kent meydanlarında bıçaklarla boğazlarını kesiyorlar. Gönül daha küçük diye amcaları Fırat nehrine atıyorlar. Amcaları Gönül’ü götürüken boğazını eşarbıyla sıkıyorlar. Gönül orda diyor ki, “Niçin işkence yapıyorsunuz? Beni silahla vurup öldürsenize, “Gönül baygınlık geçirdikten sonra Fırat nehrine atılıyor fakat Gönül yüzerek kıyıya çıkıyor, Gönül akıllarımızda hala imam nikahıyla zorla evlendirildiği akrabasından sevdiğine kaçan kız olarak kalıyor.
                                                                                                         ERCÜMENT ZÜNGÜR