Bir film düşünün ne içinde İstanbul’un şaşası ne de İstanbul sanat dünyasının hakimiyeti olsun.
Van gölünün soda kokulu suyu, gönül açan mavisi ve büyüleyen tınısı dev ekranlardan, patlamış mısıra bulanmış kahkahalara yer yer hüzün seline dönüşebilen birkaç damla göz yaşıyla Türkiye’yi sarıp sarmalamaya aday.
Nazif Çetin, bir garip tiyatro sevdalısı 3 sene kadar önce Erciş’te tanıştığımda elinde bilet koçanıyla kendi yazdığı oyunu, kendi kurduğu ekiple oynayarak üç kuruşa sattığı biletlerden ekmek parası çıkaran, ekibindeki arkadaşlarına da destek olduğunu bildiğim yeşil Erciş’in sevgisini, sempatisini kazanmış yüreği zengin bir insan.
Nazif’ten filmi nasıl çektiğini dinleyecek olursanız, aslına bakarsınız film içinde film misali. Filmin çekilmesinde karşılaşılan sorunlar, imkansızlıklar, tüm sorunların aşılmasına karşı gösterilen çaba, emeklerine inanan insanların varlığı, azda olsa destek sunanlarla beraber tüm yaşanılanlar dahi başlı başına bir film konusu.
Van gölü sahillerinde çekilmiş bir film, açık havadan istifade edilen ve çok lüks kapalı mekanlara ihtiyaç duyulmayan bir senaryonun varlığıyla, tek bir kamerayla çekilmiş bir sinema filmiyle karşı karşıyayız.
Ne tam anlamıyla amatör, nede öyle yere göğe sığdıramayacağımız kadar profesyonel bir yapıt.
Fikri Vanlı, ruhu Anadolulu, icrası anonim ve seyircisi Türkiyeli böylesine bir yapıtla ilk defa karşı karşıyayız.
Bu satırları yazarken film vizyonda değildi o nedenle izlemişliğim yok. Ayrıca bu yazı sinema eleştirisi de değil, sadece iyi yada kötü olsun, zevklerin ve renklerin tartışılmazlığından hareketle beğenelim yada beğenmeyelim türünün ilk örneği olan bu coğrafyadan bu memleketin insanının alın terini taşıyan bu filmin izlenmesini teşvik edebilmek için kaleme alındı.
Dünyanın dört bir tarafına yayılmış Vanlılara, sosyal medya üzerinden ilk defa her hangi bir politik veya ideolojik ayrı düşmeye yer vermeksizin Van için büyük bir reklam ve tanıtım görevi düşüyor.
Adının “Vangölü Canavarı” olması bile başlı başına önemli bir kültürel tanıtım faaliyetidir. Nazif Çetin’e ve ekibine Van’dan yükselecek destek yeni filmlerin, yeni yönetmenlerin, yeni oyuncuların önünü açabilecektir. Ayrıca kamuoyunun desteğinin yanı sıra Van Gölü havzası ve çevresi bir sinema platosuna dönüştürülebilecek yeterliliktedir, bunu da göstermek adına buranın ürünü ve emeği olan böyle filmleri ve ekipleri politik düzeyde de desteklemek, teşvik etmek gerekiyor.
Amerika’da Hollywood , Hindistan’da Bollywood derken gelecek zaman içinde Türkiye’den de bir Vanywood’un yükselmesi şimdilik bir hayal gibi durabilir ama şansın ne zaman ne şekilde kapınızı çalacağı da belli olmaz.
İstanbul’un mekanları da artık sinema ve dizi sektörüne dar geliyor, Kapadokya yöresi İstanbul’un imdadına yetişse de, büyüyen sinema ve dizi sektöründe rekabet ve dolayısıyla maliyetler ön plana çıkıyor.
Türkiye’nin üzerinde kurulu olduğu Anadolu coğrafyası doğal, kültürel ve tarihi değerleriyle adeta dünyanın bir özeti ve minyatürü gibidir. Van’a dikkatli ve detaylı bakacak olursak Van’da Türkiye’nin minyatürü ve özetidir diyebiliriz.
Denizin, sahilin, güneşin, adanın, peri bacasının, kalenin, karlı dağların, ormanların, şelalenin, akarsuların, caminin, kilisenin, manzaranın, feribotun, iskelenin, akıntıya karşı yüzen balıkların olduğu bir coğrafya doğru işlenebilirse gelecekte sinema sektörünün de merkezi haline gelebilir.
Van’ın zenginliği ister istemez vizyonumuzu geniş tutabilmemiz için önemli bir dayanak haline geliyor.
Vangölü Canavarı demiştik ya, iyi yada kötü olsun film sonunda birer sinema eleştirmenine dönüşmektense bu filme elimizden geldiğince destek olmalıyız. Nokta