Zaman değiştikçe sahip olduğumuz zenginlik ve güzellikler ile ilgili algılar ve sahiplikler de değişiyor.
İnsanlar sadece maddi anlamdaki nesnelere değil yaşadıkları şehirlere, ait oldukları kentlere de yabancılaşıyor.
Ve Van bu anlamda bu yabancılaşmanın en çok yaşandığı illerden birisi…
Oysa bu kentin olduğu, durduğu ve olması gereken yer çok başka.
İçinde yaşadığımız bu kent öyle sıradan bir kent değil.
Bu kentin yaşadıkları da öyle her şehrin yaşadığı türden şeyler değil.
Ama öyle ya da böyle var olabilmiş.
Adını ve sakinlerini koruyabilmiş.
Ama birçok şey korunmamış.
Saysanız bitiremezsiniz.
Düşününce büyük bir hezeyan ve çöküş yaşarsınız.
Öyle garip bir değişim ve dönüşüm ki bu…
Bu kentin geçmişini, kültürünü, geleneğini daha geniş manada tarihini bilenler çok daha iyi anlayacaktır…
Van büyük zenginliklerini geride bıraktı maalesef.
Göçler, yıkımlar ve öteki değişimler bu kentten çok şey aldı götürdü.
Halen de götürüyor.
Tutamıyoruz.
Belki tutamayacağız da.
Ama hala hepimizin içinde bir uktedir.
“Bu kentin hafızası olmalı” diyoruz.
Kentin gelenek ve göreneklerini korumaya çalışan bir kesim var.
Hala eski Van’ın resmini yapmaya çalışanlar, hikayesini anlatmaya çalışanlar var.
Kıymetli insanlar buna direnmeye çalışıyor.
Ama bu direnme yetmeyebiliyor.
Çünkü dünya fiziksel anlamda da değişiyor.
Hatıralar bir bir siliniyor.
Hem hafızadan, hem göz önünden…
Ama bazı yapılar tarihe meydan okur.
İstanbul’da Topkapı…
Diyarbakır’da Surlar…
Erzurum’da kümbetler, hanlar…
Van’da kaleler, kanallar…
Bunlar tarihin en büyük mirasları aslında.
Bunlar bu kentin zenginliğinin ve kadim geçmişinin izleri.
Sahip çıkmak, korumak hepimizin boynunun borcu.
Bir çok il bu anlamda bizimle aynı kaderi yaşamadı tabi.
Mesela Erzurum’un orta yerinde, merkezinde bir çok tarihi ve kültürel yapı olduğu gibi duruyor.
Şehrin ortasında ‘tarihe’ tanıklık etme fırsatı yaşatıyor.
İstanbul’da öyle…
Muazzam bir şehir.
Zenginliği her yerde, her köşede hissediliyor.
Ama Van’da öyle olmamış.
Bir kere yıkılmış, iki kere yıkılmış…
Üç kere yıkılmış.
Yeniden yeniden ayağa kalkmaya çalışmış.
Sonra olmayınca eski şehirden yeni şehire göç olmuş.
Van şu anki yerinde inşa edilmeye başlanmış.
Bu süreçte de bir kimlik aktarımı olmadan bir inşa sürecine dönen bir yapı olmuş.
Mesela eski Van evleri yok artık.
Bir dönem vardı şimdi yok.
Her yer bina.
Her yer beton.
Eski taşlarla, eski usül ile yapılan tek bir bina var.
O da tarihi Tekel Binası.
50 yılı aşkın bir ömrü var.
Orada duruyor.
Direniyor.
“Ben buradayım” diyor.
Harap halde idi.
Van ayaklandı. Van istedi.
Onarıldı, kurtarıldı.
Ama öylece kaldı.
Oysa ki…
Öylece kalmaması lazım.
Çünkü Tekel Van’ın tarihinin, geçmişinin tek tanığı.
O tanıklığın içerisinde eski Van olmalıydı.
Eski Van’ın zenginliği, kültürü olmalıydı.
Öylece kalması, suskun suskun kenti özlemesi doğru değil.
Olması gereken bu eski yapının gelen herkese “Burası Van’dır” demesidir.
Orada bir hafıza var.
İçini doldurursak önemli bir durak, medeniyet durağı olur oysa…
Ama yapamıyoruz.
Kullanamıyoruz.
Elimizde bir ikincisi yok.
Diğer yapılar kentin farklı köşelerinde, noktalarında.
Onlar da yeni yeni sahipleniliyor.
Bir süre onları da ihmal ettik.
Ama şimdi nispeten iyiler.
İlgili görüyor ve kentin turizmine katkı sunuyorlar.
Ama Tekel’in yalnızlığı yakışmıyor.
Ne bu kentin geçmişine, ne de geleceğine.
Tez zamanda adı konmalı.
Ne olacaksa olmalı.
Geç olmadan.
O hafıza da silinmeden…