Sosyal Medya ile Altın Çağını Yaşayan ‘’NARSİSİZM’’

Abone Ol

Her zaman gündemde olan ‘’narsisizm’’ konusu psikolojide popüler yerini koruyor. Narsisizm, bir kişilik bozukluğudur. Kelime anlamı özseverliktir. Sosyal medyanın aktif kullanımı ile altın çağını yaşıyor diyebiliriz. Sigmund Freud’a göre narsisizm kişinin aşırı şekilde yeterlilik, güç, prestij ve kendini üstün görme ile zihinsel olarak meşgul olup, bu durumun kendisine ve başkalarına verdiği yıkıcı hasarı görmemesine neden olan kişilik bozukluğudur. İlk kez 1968 yılında formüle edilen bu rahatsızlık ‘’megolomani’’ olarak da adlandırılır. Günümüzde maalesef bu megalomanlık birçok kişide üst seviyede görülebiliyor. Peki narsisizmin görülme sıklığının her geçen gün artmasının sebebi nedir?

Birçok sosyal medya hesaplarında yapılan, tamamen beğenilme arzusuyla yapılan paylaşımlarda bunu görebiliriz. Şimdi gelelim çevremizde narsist özellik taşıyanları bulmaya... Belki de kendimizde de bulacağımız narsistik kişilik özellikleri şunlardır; Narsist kişiler sınırsız yetenekleri olduğu, her şeyin en doğrusunu kendilerinin bildiğine inanırlar. Karşılarındaki insanı dinlemez, konuşmasına izin vermez çünkü onlara göre doğru budur. Kendi davranışlarını sorgulama alışkanlıkları yoktur. Eleştiriye tahammül etmezler, çevrelerindeki insanlara üst perdeden konuşurlar. Beğenilmeme veya reddedilme söz konusu olamaz. Eleştiren veya reddeden insana suçlama eğilimi taşırlar. Kendi sorunları ön plandadır. Başkalarının ne yaşadığı onları kesinlikle ilgilendirmez. Üstün niteliklere sahip olduklarını düşündükleri için, üstün niteliklere sahip insanlarla ilişki kurmaya çalışır, övgü ve iltifatla beslenirler. Bir işi başaramadıklarında asla kendilerini suçlamaz, kendi çıkarları için insanları kullanırlar. Konforu sevdikleri için herkes onlara hizmet etmelidir, kıskanıldıklarını düşünürler. Oysa megaloman oldukları için en fazla kıskanan onlardır. Enerjilerini sınırsız güzellik ve güç için harcarlar. Sürekli insanlardan şüphe duyarlar, yeni şeyler söz konusu olduğunda temkinlidirler. Empati yönleri yoktur. Başkalarına vakit ayırmazlar, çünkü sadece kendi mutlulukları önemlidir. Başkalarının sorununu dinlemek anlamak sadece onlar için yüktür. Benmerkezcidirler. Konuşmalarında benli cümleleri sık sık kullanırlar. Bu özelliklerini kapatmak için yüzlerine maske takıp bu yönlerini kamufle ederler, bu da onları çok yorar. O yüzden çok yorgundurlar. İş yapmasalar bile yorgun olduklarını ifade ederler. Sürekli gelecek planı yaparlar, bu planların hiç sonu gelmez. Abartılı şekilde kendine hayrandırlar.

Bu kişilik bozukluğuna sahip kişilerin çocukluklarında maalesef narsist bir ebeveyn vardır. Ebeveynlerin çocuğa karşı soğuk, mesafeli davranışları ya da ailenin tek çocuğu, tek torunu olması gibi örnekler buna sebep olur. Ailelerin koşullu sevgi ve çocuklarının kişilik duygusunu değiştirmeye çalışmasından da kaynaklanır. Aile danışmanı Kathy Caprione, narsist ebeveynleri 2 ye ayırıyor.

Birincisi, ihmalkâr narsistler. İkincisi, aşırı düşkün narsistler. İhmalkâr ebeveynler, bencil oldukları için çocuklarının hayatlarına çok az dahil olurlar. Tehdit olarak görürler ve yetiştirirken az çaba harcarlar. Aşırı düşkün ebeveynler ise takıntılı bir şekilde çocuklarına karışır. Çocukları kendilerinin bir uzantısı olarak görür ve kendilerine benzetmek isterler. Olmadığında ise hüsrana uğrar, kendilerini çocuktan ayırmakta güçlük çekerler. Katy Caprione gözlemini şöyle dile getiriyor. ‘’Bir narsist tarafından yetiştirildiğinizde, çocukluğunuzdan itibaren onların davranışlarına, ruh hallerine ve yaşadıklarına maruz kalırsınız. Bu yüzden bunu son derece normal görmeniz ve önceden olduğu gibi davranmanız normaldir’’. Bu tarz muamelenin etkileri yetişkinlik döneminde farklı şekillerde kendini gösterecektir. Düşük özsaygı, izolasyon, terk etme, aşağılık kompleksi, depresyon, konuşamama, öz yıkım, aşırı hassaslık, sınır koyamama, ilişkilerde bağımlılık, zayıf öz bilinç, kronik suçluluk ve aşırı rekabetçilik şeklinde örnekler verebiliriz.

Sözü geçen bu özellikler den bazısının bulunduğu kişilerde narsisist kişilik bozukluğu olamayacağı gibi, olmaması da bozukluğun olmadığı anlamına gelmez. Tanısal değerlendirme de iyi bir klinik gözlem yanında projektif testler veya aile görüşmeleri faydalı olur.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.