Yarım yamalak bir yaşama tutunmaya çalışan eğrisi, doğrusundan çok sözlerim var. Sözlerim düşük; erken doğum sancılı bütün cümlelerim. Ve fakat gönlümde deniz bitmedi; aşacağım elbet es-engizleri.
Baştan başlayacağım. En başından; sol baştan!
Bu, bir sonbahar akşamı eskizidir. Sözle resim çizmeye niyetliyim: Yağıyor yağmur ki her damla cama konan birer öpücük. Sonra, çok sonra geliyor ölüm ve doğuruyor şiirini:
ve daha nicesi
niceleri
genç bir bedeni arzularken
döşeğinde bekler seni
Devrik lakin iyi niyetlidir cümlelerim; yatık fakat dik başlıdır sözlerim.
Bu, bir yalnızlık serenomisidir. Sigaram sehpanın ucuna yol alıyor; kül, parmak uçlarıma bir bezek şu an. Duman, grimavi halkalarla boğazımı sıkarken, düşlerim gözlerimde bir buğu oluyor. Gözlerim açık; açık gidiyor gözlerim.
Bu, bir devrim nakaratıdır. Dudağıma yapışan en güzel isimle deviriyorum sözleri. Nicedir, zapta karşı tekellüftür yaşadıklarım. Bundan böyle zapt ediyorum ve bırakmıyorum hürriyeti. Dudağıma yapışan en güzel nakarata eviriyorum sözlerimi ve ekliyorum:
“Karanlıklar içinden
Şafakla gel günle gel
Kan ve barut içinden
Dirençle gel kinle gel
Gel gülüm gel”
Bu, masum bakışlı, bahar gözlü bir çocuğun nazarına duyulan bir feryattır: Kızıl ve kara, kimi zaman mavi örtüsüyle üstümü örten gökyüzü! Gözyaşlarımın çatlattığı yeryüzü! Ey, kinimi püskürten dağ! Ey, oyalanıp giden şehir!.. Sana sesleniyorum insanlık!.. Nerdesin? Ey, acılarımın besleyip bir türlü büyütemediği yalnızlığımın kendinden daha yalnız çocuğu; tekrar kanatmakta yüreğimi kimsesizliğin. Beyaz bir aleve dönüştürüyorum içimdeki yanmaya hazır külleri. İçli bir yağmur gibi çaresizliğin üstüne yağdırıyorum gözyaşlarımı ve sana bakıyorum çocuk... Acını tarif edemem ki, bağışla beni.
Ve sonrasına geldim; en sonuna. Sonrası politik... Çok sesli ve kekemedir ki şöyledir: Küfür, sahibine yakışır. Küfür, keffar'ın işidir. Küfredenin gizli yeri küffarlıktır. Keffardan da küffardan da gelen söz yine ona döner, misliyle hem de.