Harun, Halife-i Raşi-din’den sayılan Ömer bin Abdülaziz halife olduğu zaman Ömer, devrin âlimlerini etrafına toplayıp ve onlara: “Ben bu işe düştüm. Kurtuluş çarem nedir?” diye sorduğunda, onlar da:
“Ey Ömer! Yarın kıyamet gününde azaptan kurtulmak istiyorsan, Müslümanların yaşlılarını baban yerine koy, gençlerini kardeşin kabul eyle, çocuklarını kendi çocukların gibi düşün! Kadınları ise kız kardeşin veya annen gibi kabul eyle.
Onlara; annene, babana, kardeşine ve çocuklarına davrandığın gibi muamele eyle” diye nasihatte bulundular.
Harun, sen de İslam ülkesini evin ve insanları da ev halkın gibi düşün. Yaşlılarına lütufla, gençlerine ve çocuklarına iyilikle muamele eyle! Allah’tan kork ve O’na ne cevap vereceğini düşün. Cevaplarını şimdiden hazırla. Çünkü kıyamet günü Allah, sana Müslümanların hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adalet isteyecektir.”
SMA’lı çocuklar için sokakta kurulan yardım masalarını her gördüğümde, Fudayl bin Iyad’ın Harun Reşid’e verdiği bu nasihat aklıma gelir. Acaba devlet yöneticilerimiz bu çocukları kendi çocukları gibi düşünmüş olsalardı, SMA’lı çocuklar bu halde olacaklar mıydı?
SMA’lı çocuklar için herkes kendine şu soruyu sormalıdır: Yardım kutularına yapıştırılan bu çocuklardan birinin resmi benim çocuğum olsaydı, acaba ben ne yapardım?
Özellikle, bu çocukların yurt dışında tedavilerinin yapılması için tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanmasına izin vermeyen yetkililer; Acaba bu çocuklardan biri benim çocuğum olsaydı. Bu hastalığın tedavi masrafları “SGK tarafından karşılanmayacak” kararına yine imza atacak mıydım?
Ya da bu çocuklardan biri benim torunum olsaydı. Kızım yanıma geldiğinde; “Kızım git, sokakta torunum için yardım topla, torunumu öyle tedavi et” diyebilecek miydim?
Yukarıda anlatılan Fudayl bin Iyad’ın, Harun Reşid’e verdiği nasihatte geçen; “Harun, Allah’tan kork ve O’na ne cevap vereceğini düşün. Cevaplarını şimdiden hazırla. Çünkü kıyamet günü Allah, sana Müslümanların hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adalet isteyecektir.”
Allah, sokak yardımlarına terk edilen bu çocukların hakkını bizden istediğinde, O’na verecek bir cevabımız var mı?
Bazı SMA’lı çocuklar 8-9 yıldır bu hastalıkla mücadele ediyorlar. Yıllarca süren bu ağır hastalığın sonunda SMA’lı çocukların annelerinin çaresizliği, küçücük çocukların “artık dayanamıyorum” deyip, acılar içinde gözyaşı döküp ağlamaları, onların küçük kardeşlerinin “ne olur kardeşime destek olun, kardeşim çok acı çekiyor, kardeşim artık acı çekmesin, makineye bağlı olmadan nefes alsın” diye yalvarırcasına yardım istemeleri, insanın yüreğini yakıyor.
Vicdanlar sadece Gazze ve Suriye için harekete geçmesin. Vicdanlar yanı başımızda bulunan gözü yaşlı anneler, hastalıktan bitap düşmüş, acılar içinde kıvranan küçücük çocuklar için de harekete geçsin.
Bu hastalık tedavisi olmayan bir hastalık değil. Amerika, Avrupa’nın tüm ülkeleri ve Katar başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bu hastalığın tedavisi yapılıyor. Zamanında tedaviye başlansa %98 oranında iyileşme de sağlanılıyor. Böyle bir gerçek olduğu halde bu çocuklar neden tedavi edilmiyor? Neden bu çocuklar yardım kampanyalarına terk edilmiş bir haldeler?
Eğer konu paraysa, “yeni gelişen hastalıklarla mücadele” adı altında gerekirse yeni vergiler dahi alın, ancak çocukları sokak yardımlarına terk etmeyin.
Devletimiz son yirmi yıldır sağlıkta reform üstüne reform gerçekleştirmiştir. Bir reform da bu küçücük çocuklar için gerçekleştirerek, büyüklüğünü ve merhametini bu yavrulara gösterip, onların tüm tedavi masraflarını karşılamalıdır.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarıyla devlet kuran Osmanlı, insanı yaşattığı sürece devleti de söz sahibi oldu. Ne zaman ki insanı yaşatmaktan vazgeçti, insanı önemsemedi, kendisi de hastalandı ve yoğun bakımlara düşerek yıkıldı.
Devletimizin kıyamete kadar yaşamasını istiyorsak, insanın yaşamasına önem vermeliyiz.
Bu çocukların aileleriyle yaptığım görüşmede, ailelerin düşüncesi genellikle şöyle oldu: “Devlet, bu hastalığın kesin bir tedavisi yok diyerek, bu çocukların ölümünü bekliyor.” Bu düşünceden dolayı çoğu aile yardım kampanyası dahi başlatmamış.
İşin en acı tarafı da yaşı biraz ilerlemiş çocuklar “devletin, onları umursamadığını düşünüyorlar.” Bunu, böyle ağır bir hastalıkla mücadele eden küçücük bedenlere düşündürtmek, onlara yapılacak en büyük bir zulümdür. Bu düşünce çocukların ve ailelerin psikolojilerini yerle bir ediyor. Çocukların geçirdiği bu ağır hastalığın yanında çoğu anne-baba bu süreçte psikolojik tedavi görüyor.
Aileler perişan bir haldeler. Anne-babalara “İmkânınız varsa çocuğunuzu yaşatın” demek, onlara yapılacak en büyük bir zulümdür. İmkânı ve devlette bir nüfuzu olan kısa bir zaman içinde yardım kampanyasını tamamlayıp, çocuğunu tedavi edebiliyor. Ancak imkânı ve devlette bir nüfuzu olmayan aileler, evladının yıllarca makinelere bağlı kalmasına ve acılar içinde inleyip, ağlamasına şahit oluyor. Böyle bir zulmü bu ailelere ve küçücük çocuklara yaşatmayın.
Müslümanlar olarak bir binanın taşları, bir vücudun azalarıysak; hepimiz bu çocukların acılarını paylaşmalı, bu çocuklara sahip çıkmalıyız.
Yukarıda yazdığım Harun Reşid’e verilen nasihat, devletin tüm yöneticileri ile kamu çalışanlarının kulağına küpe olmalıdır. Anne-babalarına ve çocuklarına nasıl davranıyorlarsa, devletin kapısına gelenlere de öyle davranmalılar. Aksi takdirde Mahkeme-i Kübra’da, Adalet-i İlahi’de kurtulmalarının imkânı yoktur.
Tekrar ifade ediyorum, zamanımızda ortaya çıkan “yeni hastalıklarla mücadele” adı altında gerekirse yeni sağlık vergisi alın, ancak bu çocukları cami yardımları gibi sokak yardımlarına terk etmeyin.
Naçizane Diyanete de bir çağrıda bulunmak istiyorum. Eğer devlet yöneticileri SMA’lı çocukların yurtdışında tedavi masraflarını karşılamamakta ısrar edeceklerse, sizden ricam iki haftada bir bu SMA’lı çocuklar için yardım kampanyaları düzenleyin. Her ay bir-iki çocuğun tedavisine yardımcı olarak, bu topluma güzel bir örnek olun.