Aynı kurumda yıllarca idarecilik yapmış bir idarecinin finalde hiçbir başarıya vakıf olamaması, sadece imza şımarıklığı ve koltuk sıcaklığına alışmış bir kafayla varlığını korumaya çalıştığı bir ortama alışmaya çalışıyoruz. Bu idarecisine can-ı gönülden bağlı eğitmenlerin ortama çok iyi bir şekilde ayak uydurduğu ve öğrencilerini de peşinden sürüklediği bir ortama alışmaya çalışıyoruz. İşini kaybetme korkusu olmadan, elindeki saatli bomba ile kitleleri yanlışlarıyla peşinden sürükleyen idarecilere alışmaya çalışıyoruz. Zaten daha da yukarıdaki idarecilerin de bir eğitimciden ziyade bir mimar, bir zengin, bir… Eğitimin dışında herhangi biri öldüğünü hesaba katarsak vay halimize, biz bu ortamda çok iyi kafa da buluruz ve çok iyi alışırız da. Dere kenarına bina yapan zengin müteahhit, evet, zengin müteahhit, herhangi bir eğitim veya birikime gerek yok tek şart zengin olması olan müteahhidin binasının yıkılması bizi alıştırdı. Aynı liyakate sahip yerel yönetici, mühendis ve aynı liyakate sahip daha üst yöneticilerin sebep olduğu insani yıkımlar bizi alıştırdı.
sektörün en önemli basamağı olan ve insanın insanla sınandığı basamak olan Kamu sektöründe birinci sırada liyakat yerine sadakat yer almaktadır. Bu sadakat bilimden uzak bir akılla alt kısımlarda bulunan her basamağı etkilemektedir. Okulda idareciyi, öğretmeni ve öğrenciyi; Sahada, mühendisi, yerel yöneticileri, bilim insanlarını etkilemektedir. Burada birinci koşul, doğruda olsa yanlış ta olsa siyasi iradeye sonsuz sadakatle bağlı kalmak vardır. yönetici ya da her bilimci liyakatsiz değildir, biliyoruz çok iyi okullarda okumuş, çok iyi üniversitelerden mezun olmuş ve başarıları dünya da takdir görülen yöneticilerimiz bile siyasi otoritenin sözünden çıkılması istenmediğinden bu özellikler mevcut olsa bile onu doğru kullanma şansı pek olmuyor. Yine de arada bir bu yeteneğini kullanmak isteyen örnekler çıkıyor olsa da politik atamalara karşı korunamadıkları için devre dışı kalabiliyorlar. Yanlış anlamaların önüne geçmek için bunun son yıllara ait bir tespit olmadığının, en az 60 yıldır süregeldiğinin de altını çizmek gerekiyor. Sonuçta, liyakat ile sadakat birlikte arzu edilse bile çoğu zaman birincisinin eksik kalabildiği izleniyor. Her yıl doğa ile mücadelemizde doğanın bize fark atmasının ve binlerce canımızı almasının en önemli sebebi doğanın daha güçlü olması değildir, bizim doğanın bu gücüne karşı gerekli önlemi almamamız ve almaya çalışanları kadro dışı bırakmamızdır. O bilim insanı bilmiyor mu? Dere kenarına bina yapılmayacağını, ovaya bina yapılmayacağını, çığ güzergâhına yolların yapılmayacağına, bina yapımlarında hangi önlemlerin alınacağını ve etütlerin nasıl yapılması gerektiğini… Ama kadro dışı bırakıldı.
Kişinin aile ağacının artık kurumlara girdiği, kamu veya özel sektör şirketlerindeki atamalarda, liyakat esasına dayanmayan akraba, eş, dost tercihlerinin birinci öncelik olması felaketin ayak seslerindendir. “Hamili kart yakınımdır” yönlendirmesi ve bunun dikkate alınması da aynı fasıldan sayılıyor. Ve maalesef kişinin bilgisi, tecrübesi, donanımı, eğitimi, yetenekleri devre dışı kalıyor. Karı-koca ve çocuklar yetmiyor, bir de amca-teyze, yenge-enişte denklemi ile kurulan kadroların sahip olduğu düzen de doğa ile mücadele de daha çok sıfır puanlarımız olacaktır. Bu düzeni özel sektörde görmek çokta umurumuzda değil ama beni ve seni direkt ilgilendiren en önemli kamu kurumlarında da aynı düzen tüm hızıyla kökleşmektedir.
olduğu bir düzende, aile üyesi olmayan çalışanlar arasında adalete olan inancı sarsar ve huzursuzluk yaratır. İşin stresini artırır, kuruma bağlılığı azaltır, iş tatminini yok eder. Bunların devamında acil bir durumda hatalar bir çığ gibi ortaya dökülür ve olumlu sonuç almak bir tarafa kötü olanı en aza indirme telaşına düşürülür. Bunca yaşanan hatalar sonucunda gayet rahat olan liyakatsiz yöneticiler, işini kaybetmekten korkmazlar ve bir saatli bomba gibi etrafımızda dolanırlar. Suratımıza baka baka gayet rahat bir şekilde konuşurlar ve kendisi dışında nerdeyse her canlıyı suçlu görürler. Bu kişilerin işletmeye ve insanlara vereceği zararın sınırı yoktur. Aile işletmelerinin bu olumsuzluğu da dikkate alarak; kayırmacılık tercihi yerine açık ve şeffaf yönetim şeklini benimsemeleri kendi yararlarınadır. Dolayısıyla verimlilik artışını da içeren gerçek kurumsallaşma, nepotizm ile yan yana gelemez.
Peki, nasıl olacak? Bu düzen hep böyle mi devam edecek? Bilmiyorum ama alışmaktan korkuyorum, bu düzenin ya çarkına katılmaya ya da bu çarkta ezilmeye korkuyorum. Var, örnekleri var, güzel olanların örnekleri var. En büyük hukuk ve adaleti vicdanında arayan insanların yön verdiği toplumlar var. Oluyor, hukuk ve adaleti vicdanlarıyla donatan ve insana, canlıya değer veren yasalar geliştiren toplumlar var. Ve o vicdan öyle bir ahlakla postlanmış ki kendini sorumlu tuttuğu en ufak olayda kendi cezasını kendisi veren toplumlar var. Bizde ki gibi buradan aya kadar yol olcak parayı kazanan ve kazanma hırsından vazgeçmeyip bu parayı insanımızın kanıyla, babasız-annesiz çocuklarla, çocuklarını ellerinden aldıkları baba-annelerle sulandıran kişilerle örülü bir topluma sahip değiller. Bir gün bizde de olacaktır, olmalıdır. Önce kendimize bakacağız ve elimizin gücümüzün yettiği her ortama o ahlakı, vicdani ahlakı yerleştirmeye her kişimizle canla başla çalışmalıyız.