Müzikçe!

Abone Ol

1970 li yılların sonuna yaklaşıyoruz. İçime bir korku girdi: “On sekiz yaşına gireceğim. Ya beni atarlarsa!”

O zamanlar -hatırladığım kadarıyla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı- Gençlik Kültür Merkezleri vardı. Bu merkezlerde gençlere hitap eden birçok etkinlik bulunuyordu. Adeta gençler için bir buluşma yeriydi. Bu merkez bizim mahallede olduğundan çok avantajlıydık. Orada çeşitli kurslar verilirdi. Hemen hemen hepsine katılmış ve sertifika almıştım. Elektrikçilik, bağlama, masa tenisi, folklor, judo, satranç…

On sekiz yaşıma yaklaştığımda oradaki görevli, merkezin on sekiz yaş altı gençlere hitap ettiğini bu yüzden 18 yaşına girdiğimde beni alamayacaklarını söyledi. İçim ürperdi. Bu dediği gerçekleşirse ne yapacaktım? Çünkü orası ile yıllar süren bir gönül bağım oluşmuştu. Müsait olduğumda oraya gider ya masa tenisi oynar ya da arkadaşlarla birlikte bağlama çalardım kimi zamanlarda da yaşıtlarımızla veya oradaki görevliler ile muhabbet ederdim. Görevliler bize abilik yaparlardı. Gerçi daha sonraki süreçte iş yoğunluğumuz arttığı için daha seyrek gidebiliyorduk ancak sağolsun kurum müdürü inisiyatif kullanarak on sekiz yaşını doldurunca da bize imkanlardan yararlanabilmemiz için göz yumuyordu.

Bağlama kursuna başladık. Eğitimi orada bulunan görevli bir abimiz (Allah rahmet etsin) veriyordu. Verdiği eğitim notalı değil kulaktan, yani pratik bir eğitimdi. Uzun bir süre devam ettik. Bağlama çalmayı öğrenmiştik. Ancak nota bilmiyor, bağlamanın sadece alt tellerini kullanıyorduk. Diğer tellerin ne işe yaradığını bile bilmiyorduk. Zaten o abimiz de bilmiyordu. Bilenler bilir, yalnızca alt tellerle de bağlama çalınır ancak bu hem yorucu hem de kısıtlı bir çalma metodu idi. Nota ile enstrüman eğitimi verecek kimse de yoktu. Nota ile müzik icra edenlere gıpta ile bakıyordum. Karınca duası gibi eğri büğrü işaretler, ustasının ellerinde müthiş bir melodiye dönüşüyordu. Çıkan sese ve işaretlere (nota ve diline) baktığınızda bu duruma hayret ediyorsunuz. O yaşlardan beri nota öğrenmeye şiddetli bir arzum oldu. Ancak yoğun iş temposu ve yaşam şartları bize bu imkânı vermedi. Böyle bir imkan oluştuğunda da öğretecek kişi bulamadık.

Yıllar geçti, Ud’a merak saldım. Çünkü tutku düzeyinde sevdiğim sanat müziğinin ud ile güzel icra edildiğini biliyordum. Anadilimiz Arapça olduğu için Arapça şarkılara sempati duyuyordum. Arapça şarkıların da icra edildiği önemli enstrümanlardan (çalgı aleti) biri de UD’ dur. Ancak ud çalmayı öğrenmek bir türlü nasip olmamıştı. Uzun yıllar geçtikten sonra Van’da tesadüfen manevi kardeşim Vali yardımcımız İbrahim Civelek’in aracılığıyla Udi Ferhat Kılıçaslan ile Musiki Derneğinde tanıştım. Hoca aynı zamanda dernek başkanıydı. Hocaya ud sevdamı anlattım. Hoca orada bir iki eser icra etti, beraber söyledik. İbrahim bey: “Üstad, ud’ un size çok yakışacağını düşünüyorum” dedi. “Bu yaştan sonra (58) zor olur” deyince, Hoca “Arzu varsa geç kalınmış sayılmaz” diyerek teşvik etti. Böylece 2020 Mart ayında kursa başladım. Tabi ud eğitimi yanında nota eğitimi de alıyordum. Bu güne geldiğimde o eğri büğrü işaretleri öğrenmiş daha doğrusu benim “Müzikçe” diye tabir ettiğim nota dilini çözmüş ve müzik eserlerini notalardan çalmaya başlamış oldum. “Müzikçe” tabirini kullanıyorum, çünkü hakikaten notalar kendine özgü bir dili temsil ediyor. Eserler sadece bildiğimiz notalar (do-re-mi..) ile icra edilmiyor çok çeşitli işaret ve semboller de kullanılıyor. Bir noktadan tutun birçok işaret, eserin çalınmasına farklı bir anlam sunuyor. Müzikçe’yi ve ud’u öğrendim ya, bu saatten sonra gözüm açık gitmez. 

Bu yazıyı hikâye veya serüven anlatmak için yazmadım. Bu tür kursların, merkezlerin önemini hatırlatmak ve özellikle de gençleri bir enstrüman ile tanışmak ve Müzikçe’yi öğrenmeyi teşvik etmek için yazdım. Çünkü müzik öğrenmenin hem bireysel hem de toplumsal bir yararı var. Müzik, özellikle de sanat müziği ruhu ve kişiliği edeplendirir. Müziği içine sindirmiş ve bir enstrüman kullanan insanlardan nadiren terbiye edilmemiş bir ruh çıkar. Bu bilimsel bir tespit değil görsel ve sezgisel bir tespittir.

Arap bir atasözü şöyle der: “Gelen gecikmemiştir.” Ben de şöyle diyorum: “Müzik öğrenmeye adım atan gecikmemiştir.” Bu nedenle vakit kaybetmeden bir müzik enstrümanı (aleti) ile tanışmanızı öneririm.

Film Tavsiyesi: Stajyer

Başarılı bir şirketin sahibi olan Jules Ostin, çalışanlarından birinin tavsiyesiyle yeni bir stajyer programı başlatır. Biraz yaşını almış insanlara yönelik olan bu deneysel programa ilk başlayan kişi ise 70 yaşındaki Ben Whittaker olur. Şirketin genç kadrosunun yaş ortalamasını bir hayli yükselten Whittaker ile yanında çalıştığı Ostin arasındaki iş ilişkisi zamanla sağlam bir dostluğa dönüşecektir. Yönetmen koltuğunda Nancy Meyers'ın oturduğu komedi filminin başrollerini ise Anne Hathaway ile Robert De Niro paylaşıyor.