Mesele sadece ‘Kobanî’ değil siz hala anlamadınız mı?

Abone Ol

Geçtiğimiz haftanın gündemini de günlük hayatını da tamamıyla domine eden Kobanî eylemleri Van’da ve bölgede iyice yatıştığına göre üzerine birkaç kelam etmenin de vakti geldi diye düşünüyorum.

Her ne kadar Türkiye medyası daha olaylar devam ederken haklıyı, haksızı ‘taraftarı’ olduğu siyasi düşünceye göre evirip çevirip yorumlasa da, olayın yansımalarının Türkiye perspektifinde ne kadar değişken olduğunu da iyice anlamış olduk.

Siyasi kanat ve taraftar medya daha eylemler başlar başlamaz, IŞİD çetelerine karşı başlatılan bu ayaklanmayı ‘Gezi’ olaylarının başlangıcına benzetip hafife alsa da bir kaç gün içinde karşılaşılan manzara düşülebilecek olası hatadan da döndürmüş oldu. HDP’nin bir çağrısı ile sokaklara dökülen yüzbinler kimine göre milyonlarca Kürdün bu IŞİD eylemleri karşısında bir anda gerçekleştirilen olağanüstü güvenlik toplantıları gelinen noktayı bir kez daha gözler önüne seren eylemler arasında yer alıyordu.

Bazı yönleriyle ‘Gezi’ eylemlerine benzetilen bu ayaklanmada çıkış noktası HDP’nin çağrısı ile Kobanî’de yaşanan drama dikkat çekmek, Türkiye’nin suskunluğunu bozmaktı elbette. Fakat o eylemler sırasında bir sanatçının, “Mesele sadece Gezi değil, sen hala anlamadın mı?” mottosu Türkiye’deki Kürtlerin Kobanî direnişinde farklı bir anlam kazanıyordu.

Türkiye’ye göre ‘Suriye’nin iç meselesi’ olarak görülen Kobanî’de yaşananlar Kürtler için daha büyük anlamlar taşıyor olmalıydı ki ortaya çıkan olayların büyüklüğü de zararı da bir anda ülke gündemini değiştirecek kadar büyük oldu.

*O faktörlerden birisi olan çözüm süreci örneğin… İki yıldan bu yanadır manşetlerde, siyasi demeçlerde eksik olmayan ve geçtiğimiz aylarda da yasal güvenceye alındığı söylenen fakat buna rağmen çoğu zaman Türkiye’nin ‘sezeryan doğum’, ‘Cem Garipoğlu cinayeti’, ‘Hükümet-Cemaat’ kavgası’ gibi gündemleriyle arka planda kalan çözüm sürecindeki sessizlik.

*Kürt aydın Muhsin Kızılkaya’nın dediği gibi Öcalan’ın tartışmasız liderlik rolüne rağmen daha başından bu yana çözüm sürecini bir türlü benimsemeyen ve ‘provokasyon’a dönmeyene kadar eylemlere ara vermeyen Kürt gençliği.

*Bölgede kendisini iyice hissettiren devletin ve siyasilerin suskunluğu. Biz buna ister çözüm süreciyle birlikte gelen eylemsizlik diyelim, ister hükümetin bölgeye karşı ilgisizin azaldığı, elini çektiği diyelim, ister bir gözden çıkarma diyelim, hiç farketmez…

*Kürt siyasi partisinin ve oluşumlarının güçlenmesine rağmen fikir paylaşmak ve değişen yapıyı konuşma konusunda iyiden iyiye pasifleşen STK’lar, dernekler, kuruluşlar…

Anlayacağınız bu insanların sokağa dökülmesi noktasında gırtlağa kadar sebepleri uzun uzadıya sıralamak mümkün. Ortada bir çözüm süreci ve yıllar süren bir savaşı karşılıklı iradelerle nihayete erdirmeye çalışan bir kesimin olduğu doğru ama gerçek şu ki ‘Çözüm Süreci’ tarafların ‘hobi’si olarak üzerinde çalıştıkları bir ‘boş zaman’ mevzusundan artık kurtulması gerekiyor.

Kobanî eylemlerinin 2’inci gününden itibaren bir anda farklı grupların çatışması, emniyet yetkililerine yönelik saldırılar, provokasyonlar Kürt sorunun çözümü noktasına Türkiye’de ne kadar çok ‘karanlık el’ olduğunun çok küçük göstergesine örnek oldu. Ha keza süreç buraya gelene kadar da sayısız müdahaleler ve engellemeler olmadı mı?

Ama sürece bu kadar yaklaşılmışken artık hükümet kanadının da konunun muhatabı HDP’nin de bu olaylardan sonra ‘çözümün’ ciddiyetini anladığını düşünüyor, böyle görmek istiyorum. Ki barışı ve çözüm sürecini herkesten çok kabullenen ve yüreğinde hisseden büyük bir Kürt nüfusu olduğu kadar, eylemleri ‘Gezi’deki marjinal gruplara benzetilmeyecek kadar da patlamaya hazır bir Kürt nüfusu bulunuyor bölgede.

Haliyle siz bu sorunu sadece Ankara odaklı çözmeye çalışır, bölgeyi kısık ateş üzerinde unutulmuş düdüklü tencere misali bir köşeye atarsanız nihayete erdiremezsiniz.

Van özelinde bölge illeri çözüm sürecinin rehaveti bahanesiyle iyice gözden çıkarılmış ve bir rehavete bırakılmış bir şekilde sadece idare ediliyor. Bu bölgeyi iyi gözlemleyip, halkın barışa bu kadar hasret kaldığını gördükten sonra sokak eylemlerini bu kadar ‘hakir’ ve sıradışı görmenin de anlamsızlığı sanırım yaşanan bunun bir örneği.

Diğer illere göre provokasyonların ve karşıt grupların çatışmasının diğer bölge illere göre az olduğu (çok şükür) kentte yaşananlar da bölgedeki illerdeki olayların tezahür etme sebebi ile aynı. Eğer devlet aklı Kürtleri sadece ‘Ezidi’lere ağlayan dinsiz bir topluluk ya da koca coğrafyadaki insanlık dramlarına kayıtsız, sadece Kürt meselelerine tepkili bir ırk olarak görüyorsa bir yerlerde yanlış yapıyor demektir.

Ortada bir katliam var. Batılı ülkelerin kendi elleriyle pişirip kenti elleriyle bölgeye servis ettikleri IŞİD terör örgütünün yaptığı bu katliamda bu halk kendi ırkından olan Kürtlere, Filistin’e, Arakan’a, Afganistan’a, Türkmenlere nasıl ağlanıyor ve yardım eli uzatılıyorsa onu istiyor.

Selahattin Demirtaş’ın olayları bitirdiği günkü demecinde yer verdiği ‘Elbette ki kimse Türkiye’nin Suriye’ye savaş açmasını istemiyor” söylemiyle doğru orantılı olarak Türkiye’nin olası bir savaşı girmesi noktasındaki yanlışlığın akil çevreler tarafından da kabul gören bir düşünce. Burada Türkiye’den beklenen IŞİD zulmünün her geçen gün sınır genişlettiği coğrafyada Türkiye sınırına sıkışıp kalmış Kürt savaşçılara koridor açılması, operasyonlar noktasında koalisyon güçlerine tam destek verilmesi, peşmergenin geçişine izin verilmesi gibi birçok konu başlığı altındaki bir nevi ‘yardım’ paketi…

Haliyle gündem dışı olsa da artık Kobanî de Türkiye’nin çözüm sürecinin bir parçası olmuş durumda. KCK cephesinin “Kobanî düşerse çözüm biter” söylemleri de, Öcalan’ın çözüme tüm Kürtlerden daha hassas baktığı dönemde aynı tavra yakın mesajları da durumu ortaya koyuyor. O yüzden Türkiye’nin dış güçlere karşı takındığı ‘Kimse bizim sabrımızı sınamaya kalkmasın” söylemini bu ülkedeki Kürtler konusunda takınmaktan ziyade sürecin sona evrelere yaklaştığı bir dönemde biraz da ‘gövdesini taşın altına’ koyma şekliyle yaklaşmalı.

Gerek hükümet gerek PKK, HDP, DBP şimdiye kadar sayısız mücadeleler içinde konuyu bu noktaya getirdiyse bu noktadan sonra devlet marifeti, örgüt insiyatifi ve parti aklıyla değil temsil ettikleri milyonların tutumuyla konuya yaklaşmak zorundalar.

Ortada bir gerçek var devleti de milleti de artık bu sorunun çözüme kavuşmasını istiyor. Süreç sona gelinmiş durumda ve haliyle karşılıklı güç denemeleri yapmanın hiçbir anlamı yok.

Diyarbakır’da bir Emniyet görevlisi ile DBP’li yönetici arasındaki diyalog bir anda Türkiye’nin gündemine oturmuştu hatırlarsanız:

“Serhildanı siz bize öğrettiniz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanmayacağını, yıkılmayacağını biz de size öğreteceğiz”.

Emniyet görevlisinin Türkiye’nin bölünmeyeceği yönündeki demeçleri milliyetçi kesimin tüylerini kabartsa da bölgede Kürt gerçeğinin de, direnişinin de anlaşıldığını ortaya koyması anlamıyla da büyük anlamlar taşıyordu.

PKK/KCK yöneticilerinden son zamanlarda gelen “Bağımsız Kürt devleti istemiyoruz zaten” yönündeki açıklamaların da bu noktada hükümetin göreve yeni gelmiş kanı kaynayan genç siyasetçileri tarafından değil bu işe yıllardır kafa yoran Bülent Arınç, Beşir Atalay, Hüseyin Çelik gibi isimler tarafından doğru okunması gerekiyor.

Bölgedeki olayların faturasının kabarık olduğu ve yaşananların Kürdü de Türkü de sevindirmediği, mutluğu etmediği kabul edilemez bir gerçek. Ama mesele bu ülkede Kürt sorunu çözmekse, Kürtlerin yıllardır biriktirdikleri, yada sırtlarına kambur ettikleri dertleri de, kederleri de süreç dahilinde kabul edilmeli, Kobanî gibi hassasiyetlerde de öngörülerek hareket edilmelidir.

***

Van’daki olaylara gelince… Bırakın bu noktada bir hassasiyet gösterildiğini, halk ile Ankara arasında bağın tamamı ile kopmuş olduğu yaşanan olaylarda da görüldü. Olayların HDP’nin çağrısı ile başlamış olması ve Özdal Üçer’in açıklamala ve eylemlerde görülmesi dışında Van’da hiçbir milletvekilinin iyi da kötü yaşananlar boyunca kentte bir kelime dahi etmemesi aslında yazının başından bu yana konuşageldiğimiz ilgisizliği ve fotoğrafın bütünün görülememesi anlamında iyi bir örnek.

Aylardır bu satırlarda, gazete manşetlerinde kentteki suskunluğu yazdık durduk. Gerek siyasilerin gerek STK temsilcilerinin gerekse de kentteki diğer dinamiklerin gerek kentin ekonomik gidişatı gerekse de içinde bulunduğu manevi çöküntü ve sosyal sorunlar noktasında artık konuşması gerektiği söylemlerini hep tekrarladık.

Bunlar tartışılırken ortaya çıkan ilk olaylarda da yaşanan suskunluğun sonuçlarını da bizzat görmüş olduk. Bu kentte olaylar tam anlamıyla sona erdikten sonra kentte gelip zarar görmeyen esnafı dolaşıp “Aman efendim geçmiş olsun” diyen milletvekillerinin bırakın kente çözüm sürecine de bu kentin huzuru ve barışına da zerre katkısı yoktur!

Bu kentte olaylar boyunca sus pus olup, işin içine provokasyonlar girmesine rağmen ‘kaygılı’ bekleyiş içine giren STK’sı ve diğer dinamikler resmen ‘yok’ hükmündedir, iyi gün dostu, koltuk sevdalısıdır! Ötesi yoktur!

Bırakın çözüm sürecine katkı sunmak, bu kentin gerek ekonomik gerekse de sosyal anlamdaki gidişatına zerre katkı sunmayacak isimlerin olaylar durulduktan sonra verdiği reklam kokan demeçlerini, siyasetçilerin olayların arka planını görmekten ziyade sadece tek merkezli bakış açılarını ve yapmacık söylemlerini, STK’ların koltuk sevdalarını ve kentten bu kadar alakasız olduklarını gördüğüm, duyduğum, şahitlik ettiğim için utanıyorum!

Yazıklar olsun hepinize…