Mescid-i Aksa neden çatışmaya sürüklenen bölge

Abone Ol

Ortadoğu’da hali hazırda devam eden çeşitli uygulamalar, dünya savaşlarından sonra yapılan gizli antlaşmaların misyonlaştırılması projesine dayanır. Bu sebeple, çatışma zemininin kuvvetlendirilmesi, Avrupa ve Amerika’nın benimsemiş olduğu planlara uygundur. Çeşitli devletlerin verdiği tepkilerle geri adım atmış gibi yapan İsrail, aslında Siyonist rejiminin amaçlarını sırayla gerçekleştirmektedir.

Son haftalarda, işgal altındaki Filistin topraklarında Siyonist İsrail güçleri ile Filistinliler arasında tırmanan son derece ciddi bir gerilim var. Bu tehlikeli gerilim, Filistin vatandaşları ile İsrail kuvvetleri arasındaki 1969 yılındaki silahlı ölümcül savaştan bu yana İsrail’in Mescid-i Aksa’yı ilk kez kapatması üzerine başladı ve gerilimin fitili işgal altındaki Doğu Kudüs’te ateşlendi. Mescid-i Aksa’nın kapatılması Filistinlilerce protesto edildi ve Filistinli protestocular Siyonist güçlerin hedefi haline geldi. 14 Temmuz’da meydana gelen şiddet olaylarında, üç Filistinli hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı. İsrail hükümeti İsrailli iki polisin ölümünü bahane ederek, Mescid-i Aksa’yı Cuma namazına kapattı ve bir sonraki pazar günü metal dedektörler ve ilave kameralarla mescidi yeniden açtı. Ancak Filistinliler, İsrail’in bu girişimini her zamanki Siyonist rejimin bir parçası olarak değerlendirdi. İsrail’in bu girişiminin Kudüs’ü Yahudileştirme ve bu sayede tamamen kontrol altına alma yönündeki son hareketi olduğu fikriyle girişlerdeki bu anlamsız ve saygısız kontrol uygulamaları kaldırılıncaya kadar o bölgeye girmeyi reddettiler. Bu yüzden, Filistinli göstericiler, protesto amacıyla, bir haftadan fazla süredir mescit kapılarının dışında ibadet ediyordu. 21 Temmuz günü Cuma namazı sırasında, binlerce Filistinli Kudüs’ün Eski Şehir girişlerinden birinin dışında ibadetlerini yapmak üzere sokaklara çıktı. Barışçıl gösteriler İsrail güçleri tarafından şiddetle bastırıldı ve yüzlerce yaralanma ile sonuçlanan gerginlikler yaşandı. İşgal altındaki Doğu Kudüs’te ve Batı Şeria’da protestoların başladığı günden bugüne kadar dört Filistinli vurularak öldürüldü. Peki, Mescid-i Aksa neden çatışmaya sürüklenen bölge haline geldi? Çatışmanın tarihsel zemini nasıl oluştu? İşgal altındaki Filistin’in İsrail hegemonyasına direnişi karşısında dünyanın sözde ‘barış elçileri’ neden sessiz?  

Neden Mescid-i Aksa?

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa, UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak belirlenmiş olan Kudüs’ün Eski Şehir bölgesinde yer alır ve üç İbrahimî din için büyük öneme sahiptir. Müslümanlar tarafından, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “Yolculuk ancak şu üç Mescid’den birine olur: Benim şu mescidime (Mescid-i Nebevî), Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya” sözlerine binaen Harem-i Şerif olarak da anılan bu kutsal mescit, Yahudilerin Tapınak Tepesi olarak adlandırdıkları ve kendi inanışlarına göre kutsal kabul ettikleri bir mabet. Mescid-i Aksa etrafında meydana gelen olaylar, aslında Siyonist İsrail’in Kudüs topraklarını tamamıyla Yahudileştirme gayretiyle ilgilidir. Mescid-i Aksa’nın bulunduğu site, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi ile birlikte Eski Şehir dâhil olmak üzere Doğu Kudüs’ü 1967’de işgal etmesinden bu yana en çok tartışılan bölge oldu. Ancak, bu çatışma, İsrail’in kurulmasından önceye kadar uzanıyor.

1897 Basel toplantısı, özellikle Avrupa’da yükselen Yahudi düşmanlığına karşı bir Yahudi devletinin kurulması tartışmasının zeminiydi. Basel toplantısı Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı’nın bu amaç doğrultusunda hizmet etmesinin önünü açtı. 1897’den önce çok az Siyonist göçmenin bulunduğu Filistin, bu toplantıdan sonra Avrupa’dan 25 bin ve 40 binlik iki ayrı göçmen kitlesini topraklarında buldu. Osmanlı’nın himayesindeki Filistin, I. Dünya Savaşı sonunda İngilizler tarafından işgal edildi. 1920’de Milletler Cemiyeti, Filistin’i İngiliz mandası ilan etti. Bu değişimin bir temsilcisi olan İngiliz Bakan Arthur Balfour, bu süreçte, 1917’de, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması gerektiğini duyurdu. Bu deklarasyondan sonraki yeni Siyonist göçlerle beraber Filistin ve İsrailliler arasında gerilimler başladı, gerilim 1928’de kanlı çatışmalara dönüştü.

1947 yılında Birleşmiş Milletler Filistin’i İngiliz kontrolü altında iki devlete ayırmak için bir ‘parçalama’ planı hazırladı: Bu projeye göre, ikiye bölünecek topraklardan bir parçası başta Avrupa’dakiler olmak üzere Yahudiler için bir devlet, diğeri de Filistinliler için bir devlet olacaktı. Bu projeye göre Yahudi devleti toprakların yüzde 55’ine, Filistinliler kalan yüzde 45’ine sahip olacaktı. Ancak Mescid-i Aksa’yı içine alan Kudüs, BM yönetimi altındaki uluslararası örgüt kontrolündeydi. Bu özel statü, İbrahimî üç İlahi din için verilmişti.

14 Mayıs 1948’de -Filistinliler sonraki gün olan 15 Mayıs’ı El-Nakba (Felaket günü) olarak anar- İsrail devletinin kurulduğu ilan edildi. Bu devletin 1948’deki ilanından sonra, günümüze değin, iki topluluk arasında bitmek bilmeyen çatışmalar yaşandı. İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgali ile sonuçlanan ikinci Filistin-İsrail savaşından sonra 1967’de İsrail’in toprak istilaları yoğunlaştı ve nihayetinde Siyonist devlet Eski Şehir ve Mescid-i Aksa da dâhil olmak üzere Kudüs’ü işgal etti. İsrail’in Doğu Kudüs’ü yasadışı kontrolü uluslararası hukuk ilkelerinin de ihlalidir.

İsrail hükümeti yıllar geçtikçe Eski Şehir ve Doğu Kudüs’ü kontrol altında tutmak ve Yahudileştirmek için daha ciddi adımlar attı. 1980’de, Kudüs’ü uluslararası hukuka aykırı olarak İsrail’in “tam ve birleşik” başkenti ilan eden bir yasayı kabul etti. Ancak, günümüzde dünyanın hiçbir ülkesi İsrail’in Kudüs’ü sahipliğini veya şehrin coğrafyasını ve demografik yapısını değiştirme girişimlerini kabul etmiyor. Kudüs’teki yaklaşık 400 bin Filistinli, Kudüs’te doğmuş olmalarına rağmen, şehirde doğan Yahudilerin aksine, vatandaşlığa değil sadece daimi ikamet statüsüne sahip. 1967 yılından bu yana İsrail, ikamet durumlarını bozmak için zor koşullar uygulayarak Filistinlileri sessiz bir şekilde sınır dışı etmeye başladı. Bunun yanında, İsrail, Doğu Kudüs’te 200 bin İsrailliyi barındıran salt Yahudi merkezli en az 12 adet yasadışı yerleşim yeri inşa etti; ancak, Filistin’in inşaat kabullerini reddetti ve yasadışı olduğu bahanesiyle onları cezalandırmak için evlerini dahi yıktı.

En güçlü tepki Türkiye’den

Uluslararası zeminde, İsrail, Avrupalı devletlerin ve özellikle Amerika’nın uygulamaya koyduğu Ortadoğu projesinin bir parçası. Bu sebeple bölgede kendi çıkarlarını koruyacak güçte bir Yahudi devletinin varlığı elzem. Ortadoğu’da hali hazırda devam eden çeşitli uygulamalar, dünya savaşlarından sonra yapılan gizli antlaşmaların pratikleştirmeye çalıştığı realpolitik çıkarların misyonlaştırılması projesine dayanır. Bu sebeple, çatışma zemininin kuvvetlendirilmesi, Avrupa ve Amerika’nın benimsemiş olduğu planlara uygundur. Çeşitli devletlerin verdiği tepkilerle geri adım atmış gibi yapan İsrail, aslında Siyonist rejimin amaçlarını sırasıyla gerçekleştirmektedir. Çünkü her defasında bir adım daha ileriye atılarak hem Yahudileşme oranını yükseltmekte, hem de topraklarını artırarak gizil ajandalarla kamuoyuna ‘yepyeni bir İsrail haritası’ sunmaktadır.

Bugünkü konumuyla İsrail adeta kendi yaktığı ateş çemberine sıkışmış ‘akrep’ durumundadır.  İsrail’in bu tutumu, işgal altındaki Filistin topraklarının paylaşılması ya da talan edilmesi durumuyla kıyaslanamayacak derecede ciddi sonuçlar doğurabilir. Çünkü Harem-i Şerif’e dokunulması dünya Müslümanlarını ciddi manada tahrik eder. Bu durum, uluslararası felaketlere yol açabilir. Zaten oldukça gergin olan Ortadoğu, bu insanlık dışı uygulamalar neticesinde çok daha farklı radikal oluşumlara zemin olabilir. Çevre ülkelerde var olan siyasal ve mezhepsel çatışmalar, daha kuvvetli reaksiyonlarla, anti-semitist oluşumları tetikleyebilir.

İsrail’in kuruluşundan bu yana Filistin toprakları ve halkı Müslümanların kanayan bir yarası durumunda. Uluslararası hiçbir topluluğun dokunamadığı İsrail, yasadışı uygulamalarını her geçen gün bir adım daha ileriye götürmekte. Dünya devletleri ise bu vahşete sessiz kalmakta.  Batı’nın üç maymunu oynayarak seyirci kaldığı bu insanlık dışı uygulamaya, yine en gür tepki Türkiye’den yükseliyor.

Star-Açık Görüş