Batı’yı yıllarca medeniyetin beşiği olarak bize okuttular. Batının medeni bir toplum olduğu, insan hak ve hürriyetlerine önem verdiği, yaşam hakkının Batı’nın kırmızı çizgisi olduğu, özellikle kadın hakları konusunda hiç taviz vermedikleri bize anlatıldı. Hatta bu konularda Batı, ülkemiz ve Osmanlı Padişahları hakkında türlü türlü suçlamalarda da bulundu. Ancak medeni denilen batının bugün Gazze’de yaptıklarına baktığımızda hiç de bize ezberletildiği gibi olmadığı, çocuk ve kadın haklarını dilinden düşürmeyen Batı’nın bunları vahşice katlettiğini görüyoruz. Bu katliamlara “meşru savunma hakkı” diyen ikiyüzlü bir batı... Buna nasıl medeniyet denilir?
Aslında bu olanlar batının gerçeğini bize gösteriyor. Çünkü Batı hiçbir zaman insanlığa huzur getirmemiştir. Batının hangi dönemine bakarsak bakalım kan, gözyaşı ve acı dolu katliamlar vardır. İlk çağlarda Batı, arenalarda zavallı güçsüz köleleri Gladyatörlere ve hayvanlara parçalatan bir vahşetin içindeydi.
Batının Orta çağına baktığımızda engizisyon mahkemelerinin kilisenin kurallarıyla halkına uygulattığı inanılmaz bir vahşete tanıklık ediyoruz. Aynı dönemde yine birbirlerini ve köle yaptıkları hür insanları arenalarda katlediyor ve bu katliamlar karşısında zevk naraları atıyorlardı.
Batı’nın Yeni çağında ise, Kızılderili soykırımı ve Afrikalı fakir halkın köleleştirildiğine, altın gibi zengin maden kaynaklarının bulunduğu topraklarda çocukların acımasızca katledildiğine, insan soyunun Batı tarafından yok edildiğine şahitlik ediyoruz.
Yeni çağdan sonra Fransız devrimiyle Yakın Çağ başladı. Bu çağda Rönesans yani Batı’nın yeniden doğuşuyla Batı’da reform üstüne reform gerçekleştirildi. Bundan dolayı bu döneme Batı’nın medeniyet çağı denildi. Ancak Batı’nın yeniden doğuşu olan bu dönemde de Batı vahşi yaşamından kendini kurtaramadı. Batı’nın bu medeniyet çağı arenalarda insanları vahşi hayvanlara parçalatmaya son verdi ancak; kan akıtmaktan başka bir şey bilmeyen vahşilerini bu zevkten mahrum bırakınca bunlar bunalıma girdiler. Bu bunalımdan kurtulmak için bu sefer gözlerini Müslümanın kanına diktiler. Öyle ki Müslümanın kanıyla vahşi vampirler gibi eski vahşetlerini yeniden yaşadılar.
İşte batı böyle bir medeniyettir. Arenalarda vahşi hayvanlara parçalatılan köleler, Soykırıma uğrattıkları Kızılderililer, Afrikalı hür insanların zorla köleleştirilmesi ve Müslümanın kanıyla kurulmuş soykırımcı bir medeniyet. Bundan vahşeti söküp alamazsınız. Ne zaman ki bu vampirlerden birisi içtiği kana doydu derhal devreye başka bir vampir girdi. Kandan başka bir şey bilmeyen bu vampirlerin hiçbir dönemi insanlığa huzur getirmemiştir. Huzur dedikleri bilimsel ve teknolojik gelişme döneminde bile bunlar insanlığa kan ve gözyaşı getirdiler. Bunların işlediği cinayetleri, yaptığı katliamları ve soykırımları anlatmaya ciltlerle kitaplar yetmez. İçinde bulunduğumuz durumu da ilgilendirdiği için Kızılderili katliamıyla konuya başlayacağız.
Batı yaşattığı vahşetle kendi kaynaklarını bitirince gözünü başka insanların topraklarına dikti. Doğuda Hindistan ve Çin toprakları bakire topraklar gibi el değmemiş bir şekilde duruyordu. Hindistan ve Çin gibi doğu ülkelerinin baharatı, pirinci, çayı, kahvesi ve altın gibi zengin maden kaynakları Batılı emperyalist devletlerin iştahını çekmişti. Ancak bu topraklara ulaşmak için Osmanlı İmparatorluğu bir set gibi önlerinde duruyordu. Osmanlı topraklarından geçmeden Hindistan ve Çin’e ulaşacak yeni bir yol aradılar.
Kristof Kolomb yeni bir yol bulma ümidiyle Kastilya’dan yola çıktı. Hindistan adaları zannettiği Kızılderililerin yaşadığı Amerika kıtasına 12 Ekim 1492’de ayak bastı. Bilimsel bir gelişme olarak kaydedilen Amerika kıtasının keşfedilmesi, Kızılderililerin Batılı Hristiyanlar tarafından soykırımına neden oldu. Kolomb bu topraklara ayak basınca zavallı Kızılderililer bunları gökten inmiş melek zannettiler. Bunlara en leziz yiyeceklerini ve altın gibi değerli süs eşyalarını sundular ve bunlara köle gibi hizmet ettiler. Kolomb bu insanları görünce günlüğüne şunu yazıyordu:
“Bunlar dünyanın en iyi en nazik insanlarıdır. Kötülüğün ne olduğunu bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Başkalarına olan sevgileri kendi özlerine olandan çok daha fazla. Silahın ne olduğunu bilmiyorlar. Onlara bir kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve kendilerini yaraladılar.”
Bu övgülerden sonra Kolomb neden böyle zorlu bir yolculuk yaptığını, buraya gelme amacını şu kelimelerle ifade ediyordu.
“Bunlardan çok iyi hizmetkar olur. Sadece elli adamla bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.”(1)
Kolomb’un bu bilimsel keşfinden “köle ticareti” denilen insan alım-satımı gibi bir vahşet meydana çıkıyordu. Savaşın, kavganın, hırsızlığın olmadığı, silahın kullanılmadığı Amerika bundan sonra tüm dünyaya kan ve gözyaşı getirecek bir ülke olacaktı. Batılı emperyalist devletlerin ilk eseri Kızılderili soykırımını yaparak, Amerika gibi bir soykırımcıyı dünyaya kazandırmak oldu. Batı bir soykırımdan başka bir soykırımcı doğurdu. Maalesef buna da yıllarca medeniyet denildi.
Medeniyet eğer insanlığa vahşet yaşatmaksa evet Batı’dan daha medeni hiç kimse yoktur.
(1)-(Kızılderililer Nasıl Yok Edildi-Şule-Yayınları-Bartolome de Las Casas-s.9)