Bundan iki yıl kadar önce Erbil’e bağlı Soran ilçesindeki bir toplantıda bölgesel gelişmelerin sadece Kürt-Türk ilişkilerini değil; Kürt- Kürt ilişkilerini de olumsuz etkileyebileceğini söylemiştim.
İki büyük Kürt partisinin; PKK ile KDP’nin bölgesel kamplaşmada farklı yerlerde durmalarının ciddi riskler üreteceğini ve o dönem gündemde olan Ulusal Kongre girişiminin bundan zarar görebileceğini belirtmiştim.
Aynı şekilde ağır aksak ilerlemekte olan Çözüm Süreci’nin de akamete uğrayabileceğini; Kürt-Kürt ilişkileri gibi Kürt-Türk ilişkilerinin de krize girebileceğini dile getirmiştim.
Bu anlamda Güney Kürdistan liderliğine; Özellikle de KDP ve lideri Barzani’ye önemli görev ve sorumluluklar düştüğünü, Güney Kürdistan liderliğinin bir bütün olarak hem kuzeydeki sorunun çözümü hem de Rojava’nın özgürlüğü konusunda daha yapıcı bir rol üstlenmesi, Türkiye ve Batı ülkeleriyle olan ilişkilerini bu yönde değerlendirmesi gerektiğini belirtmiştim.
Aynı şekilde PKK’nin de, Batı sistemi içinde kendine bir yer açmaya çalışan ve bu nedenle Türkiye kapısını açık tutmak zorunda olan KDP’yi tolere etmesinin, iç ve dış tepkilere rağmen bu partiyle yapıcı ve kalıcı diyaloğu sürdürmesinin ve güneyin kazanımlarını her koşulda gözetmesinin önemine değinmiştim.
Aradan geçen iki yıl içinde hem Kürt-Kürt ilişkilerinde hem de Kürt-Türk ilişkilerinde bölgesel gelişmelerin tetiklediği ciddi sorunlar baş gösterdi.
PKK ile KDP arasında Rojava nedeniyle gerilen ilişkiler IŞİD’in Şengal’i işgal etmesinin ardından krize girdi.
Bu iki parti Kerkük’te, Mahmur’da ve Kobane’de IŞİD’e karşı birlikte savaşıyordu fakat, Şengal’de karşı karşıya geldi.
Ne var ki IŞİD’in bölgesel savaşı körüklemesinin ardından harekete geçen Amerika’nın ve onu takiben Rusya’nın müdahalesi dengeleri yeniden değiştirdi.
Ortaya yeni bir durum çıktı ve Kürtler bunu değerlendirmekte gecikmedi. Şengal Amerika’nın havadan sağladığı destekle gerilla ve peşmergenin ortak mücadelesiyle özgürleşti.
Bu Kürt partileri arasındaki sorunu çözmedi ama, öteledi. Sorunun Şengal‘in statüsüne yönelik görüş faklılığı aşıldığında, bu konuda bir uzlaşma yaşandığında çözülecek ki şimdilik zor görünüyor.
Öte yandan Rusya’nın Suriye’ye müdahalesiyle başlayan yeni durum Kürtlere önemli fırsatlar sunuyor ve Kürt-Kürt ilişkilerini olumlu etkiliyor ancak, aynı şeyi Kürt-Türk ilişkilerinde söylemek mümkün görünmüyor.
Kobane’yle gerilen Kürt-Türk /PKK+PYD- TC/ ilişkileri günümüzde ciddi bir krize dönüşmüş durumda. İlişkilerin geleceği Rojava’da düğümlenmiş , hatta kördüğüm halini almış bulunuyor.
Kürtlerin Amerika’dan sonra Rusya’nın da sahadaki en önemli müttefiki haline gelmesi; YPG’nin küresel bu güçlerle birlikte hareket etmesi ve adım adım ilermesi Türkiye’yi sanıldığından fazla rahatsız ediyor.
Sadece Rojava kantonlarının birleşmesi değil, Güney Kürdistan’la Rojava’nın da birleşmesi ihtimalinin belirmesi;Kerkük’ten Afrin’e bir Kürt devletinin yükselmesi Türkiye’yi deyim yerindeyse alt-üst ediyor.
Türkiye son dönemde bunu engellemek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Amerika’dan sonra Rusya’yla da bu yüzünden karşı karşıya geliyor.
Aslında çokça konuşulan uçak meselesinin ardında da bu mesele yatıyor.
Şöyle; Rusya Cerablus’a giden yolu açmak için Nusra ve diğer cihadist örgütleri bölgeden çıkarmak istiyor. Bu amaçla Türkmen Dağı civarında yoğun operasyon yapıyor.
Türkiye ise Nusra’ya ve Türkmenlerden oluşturduğu askeri güçlere dayanarak o bölgeyi elinde tutmaya, Kürtleri buraya yaklaştırmamaya çalışıyor.
Türkiye, Rusya’nın Amerika’yla birlikte bu bölgeye Kürtleri yerleştireceğini düşünüyor ve bunu kendisine yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyor.
Kürtlerin Akdeniz’e ulaşmasının kendi stratejik önemini darbeleyeceğini ve hatta bölüneceğini düşünüyor.
Bu yüzden savaşı bile göze alacağı mesajını veriyor.
Bu kördüğümün nasıl çözüleceğiyse bilinmiyor. Kürtlerin kaderi şimdilik Türkiye-Amerika ve Rusya üçgeninde gidip-geliyor.
Kısa erimde oradan bir sonuç çıkacağı da anlaşılıyor.
Kişisel kanaatim Türkiye’nin ‘belli güvenceler’ karşılığında ve elbette Amerika-Rusya ekseninde kalması kaydıyla Kürtlerin statüsünü kabul edeceğidir.
Türkiye’nin bir yere kadar zorlayacağı ve ondan sonra geçmişte Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi yakın erimde Rojava’da da uzlaşmaya yanaşacağını düşünüyorum.
Başka türlüsü bu konjöktürde mümkün görünmüyor. Çünkü Kürtleri ve Kürdistan’ı karşısına alan bir Türkiye’ye dünya bir yana, bölgede bile bir gelecek görünmüyor.
Aksine Kürtleri ve Kürdistan’ı yanına alan bir Türkiye’nin bölgesel ve küresel alanda büyüme şansı çok yüksek görünüyor.
Türkiye için sorun Ortadoğu’daki değişimin hızını yakalayamamasından, eski üstenci ve dayatmacı alışkanlıklarından kurtulamamasından ve 100 yıl önce emperyalizmin çizdiği sınırlardan gönül rahatlığı içinde kopamamasından kaynaklanıyor.
Yoksa Türkiye Kürtlerle çatışmanın değil, uzlaşmanın kendi çıkarına olduğunu herkesten daha iyi biliyor.
Türkiye, tarihsel kaygı ve korkularından ve biraz da Kürtlere yaptıklarından kaynaklanan suçluluk duygusuyla sürekli hassasiyet üretiyor ama onun da işe yaramayacağı görülüyor.
Sonuç olarak;
Acımasız ve ahlaksız güç savaşlarının yaşandığı Ortadoğu’da kimse için kolay bir çözüm görünmüyor.
Yangın yerine dönmüş bölgede herkesi önemli fırsatlar kadar ciddi tehlikeler de bekliyor.
Çok bileşenli ve çok boyutlu Kürt meselesinin de Kürtlere ve Türklere bırakılmayacak kadar hayati önemde olduğunu görmek gerekiyor.
Dolayısıyla kalıcı ve adil bir çözüm için Kürt-Kürt ilişkileri gibi, Kürt-Türk ilişkilerini de bir düzene sokmak gerekiyor.
Kürt partilerini demokratik bir rekabet içinde birleşmeye teşvik etmek, Kürt-Türk ilişkilerini de eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden düzenlemek; buna uygun siyasi/ idari bir model önermek ve bunda ısrar etmek gerekiyor…