Koza operasyonu

Abone Ol

Tıpkı Cemaat'in geçmişte yürüttüğü operasyonlara benzer bir yoldan yüründüğünü görmek zor değil. Kanunun, "iktidar" ve onun etkisi altındaki yargı organları tarafından eğilip büküldüğünü söylemek mümkün.

Söze “hukuk her şeyden önemli” diye başlamak istiyorum. Hepimizin, bütün toplumun güvencesi, başta iktidar olmak üzere herkesin hukuka uyması ve toplumun buna güvenmesidir.

Son dönemde bu açıdan ciddi bir güven kaybı yaşadığımız bir gerçek.   

Cemaat’e bağlı TV kanallarının, Digitürk'ten ve uydu yayınlarından çıkarılmasını doğru bulmadığımı yazmıştım. Şimdi, Cemaat’e bağlı bir grubun kurumlarının yönetimine el koyulması, bu gruptaki TV ve gazetelerin “iktidar organı” haline dönüştürülmek istenmesi noktasındayız.

CEMAAT'İN YOLUNDAN GİTMEK

Tıpkı Cemaat'in geçmişte yürüttüğü operasyonlara benzer bir yoldan yüründüğünü görmek zor değil. Kanunun, “iktidar” ve onun etkisi altındaki yargı organları tarafından eğilip büküldüğünü söylemek mümkün. Cemaat’in, polis ve yargıdaki gücünü kullanarak, Ergenekon operasyonlarını (o dönemde itibarını yitirmiş, siyasete müdahaleleri nedeniyle tepki gören) militarist yapıya ve ulusalcı birikime yöneltmesine tanıklık etmiştik

2002 seçimlerinden beri, AK Parti iktidarını meşru görmeyen (darbeci) güçlerin varlığı bir hakikatti. Cemaat, hükümetin de desteğini arkasına alarak, bu güçlere (ve bu arada kendilerine engel olarak gördükleri yapılara) karşı orantısız bir “operasyon” yürüttü. Yaygın bir tutuklama ve itibarsızlaştırma kampanyası başladı. Toplumun önemli bir kesimi, gerçekle kurgunun içiçe geçtiği suçlamaları, fazla irdelemeden benimsedi. Sonuçta, halkın büyük bir çoğunluğunun askeri vesayet rejiminden kurtulmak istediği günlerden geçiyorduk.

KCK TUTUKLAMALARI

KCK tutuklamalarına gelirsek… Cemaat, 2000’li yılların sonunda, 2010’lu yılların başında, Kürt sorununun diyalog ve müzakere ile çözümüne karşı bir tavır içine girdi. Çatışmacı ortam, ellerindeki yargı ve polis gücünü diri tutmalarına katkıda bulunuyordu. Çözüm sürecine, "ihanet süreci" adı verildi. Sorunun “güvenlikçi alan”da kalması amacıyla, KCK operasyonları, hükümet de ikna edilerek yaygınlaştırıldı. Binlerce Kürt siyasetçi tutuklanarak, süreç zora sokuldu.

17-25 Aralık 2013 operasyonlarına bakalım... Bu operasyonlar, toplumun önemli bir ağırlığı tarafından, “yolsuzlukla mücadele gerekçesinin arkasına sığınmış bir darbe girişimi” olarak değerlendiriliyor şu an. Eğer operasyonları hazırlayanlar amaçlarına ulaşabilselerdi, sonrasında nasıl bir Türkiye şekillenebilirdi, öngörmek çok zor.

PARALEL YAPIYLA MÜCADELE

İktidarda hangi siyasi parti olursa olsun, devlet, kendi içinde gelişen ama kendi hiyerarşisinden bağımsız hareket eden bir yapıyı kabul edemez. Yargıdan emniyete, ordudan bürokrasiye bütün kurumların içine sızmış bir yapıyla yüz yüzeyiz. Gayrı meşru bir merkezden emir alan böyle bir yapının faaliyetlerini, hiçbir ülke normal karşılayamaz.

Bu tür yapılar, demokratik bir sistemin içinde bir ur gibidir. Temizlenmesi gerekir. Onlarla mücadele haklı ve meşrudur.

Bu tür yapılarla mücadele, hukukun ve etiğin sınırları içinde yapılır. Normal olan budur. Cemaat medyasına karşı son günlerde yoğunlaşan operasyonları bu açıdan değerlendirelim.

İşte bu noktalardan bakınca, çok karmaşık bir tabloyla yüz yüze olduğumuz ortada. Ayrıca (daha önce de yaşadığımız gibi) hukuku zorlayan el koyma girişimleri, iktidarın egemenlik alanlarının genişlemesi dışında bir sonuç vermiyor. Hukuk, siyaset ve medya arasında var olması gereken demokratik dengelere daha fazla özen gösterilmeli.

“Kanunun aşırı zorlandığı” izlenimini veren bir müdahale söz konusu. Bir kurumun devlet tarafından müsadere edilmesi, o kurumun iktidarın aracı olarak kullanılması sonucunu doğuruyorsa, ortada ciddi bir sorun vardır.  

Evet, Türkiye’deki medyanın muhalefet biçimine dair farklı yönlerden değerlendirmeler yapılabilir. Hukuken de yapılabilecek meşru ve haklı müdahaleler olabilir, ama son günlerde yaşananların sorunlu olduğu da bir gerçek.

Kaldı ki, yaşadıklarımız, yalnızca bir medya grubu ve bir kesimle sınırlı sonuçlar yaratmıyor, bütün toplum içinde kutuplaşma psikolojisi yoğunlaşıyor: Herkesin sadece kendi hakkını “hak” olarak gördüğü, karşı tarafı umursamadığı bir ortam oluşuyor.