Koronavirüs aynasında sosyal devlet

Abone Ol

Modern anlamda devlet kavramı Ortaçağ’ın sonlarıyla Yeniçağ’ın başında feodalitenin çözülmesi ve kilisenin etkisinin kırılmasıyla Avrupa’da ortaya çıktı. Klasik anlamda devlet kuramının kurucuları Eflatun ve Aristoteles gibi düşünürler olmakla beraber, modern anlamda devlet kuramının öncüleri de Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomes Hobbes, John Locke ve Jean Jacgues Rousseau gibi düşünürlerdi. Adına devlet denilen yapı on beşinci yüzyıldan sonra sırayla mutlak monarşi, ulus devlet ve modern ulus devlet modellerine dönüşerek günümüze kadar geldi. Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra yoğun bir şekilde şehirleşme başladı ve “buharlı” yeni dünyada devletin asli görevleri yeniden belirlendi. Fakat gerçek manada “sosyal devlet” kavramı ikinci dünya savaşından sonra kullanılmaya başlandı ve sağlık sisteminin tamamen devlet garantisinde ve ücretsiz olması gerektiği özellikle vurgulandı. Biz de, bu yazıda sağlık sisteminin neden devletin garantisinde hatta tekelinde olması gerektiğini açıklayacağız ve “devlet hastanesi” kavramının “özel hastane” kavramına kurban edilmemesi gerektiğini ısrarla vurgulayacağız.

Koronavirüs ile beraber özel sektörün insafına terk edilmiş bir sağlık sisteminin nemenem sahte bir şey olduğu ifşa oldu. Öyle ki dünyanın en güçlü ülkesi Amerika’dan parası olmadığı için test yapılmayan ve hastaneye kabul edilmeyen hasta haberleri geliyorken, Güney Kore gibi kendi halinde bir ülkede sadece kendi vatandaşlarına değil, yabancılara bile ücretsiz Covid-19 testi yapılıyordu ve gerektiğinde bu yabancılar yine ücretsiz tedavi ediliyordu. Vahşi kapitalist sistemin dünyadaki bayraktarı ve en büyük lokomotif gücü olan ve yine bu sistemi bütün dünyaya yaymaya-satmaya-dayatmaya çalışan Amerika’da her şey gibi insan ve insan sağlığı da alınan-satılan ticari bir metadan farksızdı ve sağlık sistemi özel sektörün elindeydi. Fakat Güney Kore’de sağlık sistemi Sağlık ve Refah Bakanlığı tarafından yürütülüyordu ve sağlık hizmetleri tamamen ücretsizdi. Bakanlığın isminden de anlaşılacağı üzere sağlık politikaları refah eksenli yürütülüyor, sağlık hizmetleri devlet tekelinde ve olağanüstü devlet destekli. Güney Kore’de ilk vaka 20 Ocak’ta tespit edildi ve 6 Mayıs itibariyle ülkedeki toplam vaka sayısı 10 bin 84, ölü sayısı ise 254’tü. Amerika’da ise ilk vaka 21 Ocak’ta tespit edildi ve 6 Mayıs itibariyle toplam vaka sayısı 1 milyon 250 bine yaklaşırken ölü sayısı da 71 bin 225’ti. Aynı dönemde başlamış bir salgına dair iki tablonun farkı ve birinin vahameti ortadaydı. Tabi bu aynı zamanda iki farklı ülkenin sağlık sisteminin ve sağlık politikalarının da fotoğrafıydı. Tamamen kar güdüsü üzerine kurulu ve özel sektörün insafına terk edilmiş sağlık sistemi iflas etmişken, devlet kontrolünde ve devlet destekli sağlık sistemi süreci başarıyla tamamlamış ve salgını kontrol altına almıştı. Sadece Amerika-Güney Kore karşılaştırmasında değil, söz gelimi Japonya ve İtalya örneğinde de meseleyi değerlendirdiğimizde sonuç değişmiyordu. Dünyanın en yaşlı nüfuslarından birine sahip 120 milyon nüfuslu Japonya’da ilk vaka 16 Ocak’ta görüldü ve yine 6 Mayıs itibariyle ülkede toplam vaka sayısı 16 bin 420, toplam ölü sayısı da 600 civarındaydı. İtalya’da ise ilk vaka 31 Ocak’ta görüldü ve 6 Mayıs itibariyle toplam vaka sayısı 213 bin 13, ölü sayısı ise 29 bin 684’tü. Japonya milli ekonomiden sağlığa en çok bütçe ayıran ülkelerden biri. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre; bünyesindeki 191 ülke içinde sağlık sıralamasında birinci sırada. O da Güney Kore gibi refah eğilimli sağlık politikaları yürütmekte ve sağlık hizmetlerinden Sağlık, Çalışma ve Refah Bakanlığı sorumlu. Sektör tamamen devlet garantisinde. Devlet hastaneleri aynı zamanda araştırma ve geliştirme merkezleri olarak da hizmet vermekte. İtalya’da ise 90’lı yılların başına kadar dünyanın en gelişmiş ve bütün yurttaşların kolaylıkla erişebildikleri evrensel ve ücretsiz bir sağlık sistemi vardı. Fakat daha sonra özelleştirmelerle beraber bu sistem bozuldu ve Amerika’da olduğu gibi kar güdüsü üzerine kurulu, insanı ve insan sağlığını ticari bir meta olarak gören bir anlayışa evrildi. Sonuçta Amerika ile aynı hazin sonu yaşamaktan kurtulamadı-kurtulamıyor. Aynı vahim durum Avrupa’nın diğer ülkeleri İspanya, Fransa veya İngiltere için de geçerli. Yani uzun lafın kısası kapitalizm cenneti ülkeler, en çok da bu doymak bilmez kapitalist iştahlarının neden olduğu sonuçlardan dolayı maalesef Korona Virüs ile mücadelelerinde sınıfta kaldılar-kalıyorlar.

Elbette bilinçli devlet refleksleri, rasyonel politikalar, sağlık sistemi, kalifiye personel yeterliliği, hastane alt yapısı ve hizmet verebilme kapasitesinin yanında, bu salgın ile mücadelede toplumun hassasiyeti ve her bir bireyin kendi başına uyacağı basit tedbirler de, hastalığın gidişatı anlamında başat faktör. Bu anlamda yine başarılı bir örnek olması münasebetiyle Güney Kore’de hükümet tek bir gün bile sokağa çıkma yasağı ilan etmeye gerek duymadı. Zira bütün halk ilk günden itibaren tedbirlere harfiyen uydu ve bu sayede hem salgın kısa bir zamanda kontrol altına alındı, hem de süreç en az kayıpla yürütüldü-yürütülüyor.

Adına “sosyal devlet” denilen yapı -ki gerçek anlamda dünyadaki örneklerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez!- devletin vatandaşlarına verdiği kıymette ve sunabildiği hizmette gizli. Kaldı ki sağlık hayati bir alan ve en çok da bu yüzden sağlık hizmetleri kesinlikle devlet kontrolünde ve ücretsiz olmalı. Bugün Türkiye’de pandemi ile mücadelede Çapa Tıp, Ege Tıp veya Ankara Tıp hastanelerinin başat konumda olmaları ve lokomotif görevi görmeleri elbette tesadüf değil. Kar güdüsü üzerine kurulmuş yapılar ile idealist amaçlarla yürütülen yapılar arasında fark olacaktı zaten. Bu örnekler bize devlet hastanelerinin önemini ve hatta bizatihi sağlık sisteminin kendisinin devlet kontrolünde olması ve devlet tarafından olağanüstü desteklemesi gerektiğini hiç bir kuşkuya yer bırakmaksızın kanıtladı. Öte yandan bütün bu yaşanan gelişmeler bize, özellikle son on beş yılda hastane alt yapısı ve hizmet verebilme kapasitesine yapılan yatırımların önemini ve bunların katlanarak devam etmesi gerektiğini de ayrıca gösterdi. Bütün bu bahsettiklerimizden hareketle ve önemle vurgulamak gerekir ki; devleti devlet yapan ve devletin var olma nedenleri olan alanlar vardır ve sağlık bunların olmaz ise olmazlarının başında gelir. Yönetim biçimi her ne olursa olsun, kesinlikle her ülkede sağlık devlet kontrolünde ve garantisinde olmalıdır. İnsan öncelikli ve merkezli sağlık sisteminden gayrısından hayır yok. Bu anlayışla verilecek bir sağlık hizmeti de zaten ücretsiz olacaktır.