Atiye Keskin’in, “Bir Nükte Bir Işık” adlı eserinden nakledeceğimiz aşağıdaki hikâye, adil bir seçim yapmak, sağlıklı bir muhakemede bulunmak ve vicdanını rehber edinmek kaygısında olan herkes için önemli dersler içeriyor.
Büyük İslâm filozofu İbn Rüşd'ün büyük babası Ebû’l Vâlit, şöhreti memleket sınırlarını aşmış bir hukukçudur.
Ebû’l Vâlit, Kurtuba’da kadılık (Hakim) yaptığı sıralarda kendisini yedi bilgin ziyaret eder. Sohbet kadı olmanın ve hüküm vermenin sorumluluklarına gelir. Bu sırada genç, güzel ve pek alımlı bir kadın ile zavallı bir adam birbirlerinden davacı olarak gelirler.
Ebû’l Vâlit, onları misafirlerinin yanında sorguya çeker. Kadın tatlı ve işveli bir ifade ile der ki: “Bu adam çocuklarıma bir yıl süreyle hizmet etmek için benden üç yüz altın aldı. Altı ay olmadan gitmeye kalktı. Ne parayı geri veriyor, ne de durmaya razı oluyor.”
Davalı, yalvaran bir ifade ile kadıya bakıp: “Efendim, bu kadın ‘Çocuklarıma bakacaksın’ diye anlaştı. Verdiği parayı da fakir aileme gönderdim. İşime canla başla başladım ama bunun ‘çocuklarım’ dediği iki (gerçek) aslan yavrusu imiş. Altı ay kendimi denedim ancak yapamadım.” der.
Ebû’l Vâlit, bir an için bu insanın içini ürpertecek güzellikte ve ahbaplığa müsait görünen kadını süzer. Şeytan o an sanki kanında dolaşır. Sonra hemen kendini toparlayıp şahitleri de dinledikten sonra:
“Meselenin incelenmesi gerekir, bir müddet dışarıda bekleyin.” der. Onlar çıkınca misafir bilginlere dönüp:
“Kadı olsaydınız ne yapardınız?” diye sorar.
Birinci bilgin: “İlâhi adaletten bir damla olmak için kararlarımı yavaş yavaş tartar, acele karar vermekten kaçardım.” der.
İkinci bilgin: “Ben davacı ve davalıyı öfkeden uzak olarak dinlerdim. Çünkü öfke; düşünceyi, muhakemeyi, merhameti, hafızayı bulandıran en kötü çamurdur.” der.
Üçüncü bilgin: “Vicdanımın ve gönlümün kalıplarını Hakk’ın sıfatlarıyla genişletmek için, aşk ehli olmak yolunu tutardım. Karara bağlayacağım kanunları da bu kalıpların süzgeçlerinden elerdim. Zira öyle hadiseler vardır ki; kanunlar yetersiz kalır, onları yalnız hüküm verenin Allah’a bağlı olan vicdanı tartar.” der.
Dördüncü bilgin: “Karşıma çıkana ceza verecekmiş gibi değil; misafir edecekmiş gibi şefkat ve sevgi gösterirdim. Zira yumuşak ve güven veren bir yüz, suçlunun vicdanını harekete geçirip suçluya doğruyu söylettirecek en ince yoldur.” der.
Beşinci bilgin: “Sözleriniz doğru ama şüpheyi unuttunuz” diye başlar. “Zira kendisini pek mâsum gösterip, bütün delilleri şeytanca bir ustalıkla saklayabilenlerin yanında, suçsuz olduğu halde, bunu savunamayacak kadar mazlum kimseler de çoktur.” der.
Altıncı bilgin: “Yanlış bir görüşümü ve yanlış bir yol tuttuğumu açıkça söyleyebilenlere fırsat verecek kadar tevazu sahibi olmak isterdim. Kibirli bir kadı, şeytanın izini izleyip dalkavuklara ve kendini ilahlaştıranlara yem olur.”
Yedinci bilgin: “Kadı olsam, karşımdakinin güzel mi çirkin mi; zengin mi fakir mi olduğunu görmeden, yani hislerime etki edip, akıl ve muhakememi şaşırtacak dış etkenlere kapılmadan sanki kör gibi hadisenin içine inerdim."
Ebû’l Vâlit, bu yedi bilginin sözlerinin özünü zihninde topladıktan sonra:
“Eveet...”, der.
- Acele etmeden,
- Öfkelenmeden,
- Kanunların katı kalıplarını gönül ve vicdan kalıplarında tartarak,
- Sevgi ile bütün şüphelerden arınacak delillerle,
- Yanıldığım hususlarda beni uyaranlara tevazu ile yaklaşarak,
- Her şekilde duygulara hitap ederek kararı etkilemek isteyenlere kör gibi davranarak,
- Aklın ve Hakkın ışığında verilen karar gerçek karardır.
Ondan sonra kesin hükmünü verir...
Anlaşmayı çocuk üzerine yaparak sonra ortaya arslan çıkarmak bir kandırmacadır. Onu kandırıp başka iş bulmasına engel olduğun için verdiğin paranın kalan kısmı bu zararın tazminatıdır.
Güzelliği ile her şeyi kazanacağına inanmış olan kadın, davacı yerinden suçlu olarak kalkarken: “Doğrusu böyle kör kadı da görmedim.” der.
Adaletin ışığı öyle bir nurdur ki, ona aşina gözler ondan gayrısına kördürler. Allah bizleri adaletin nuruyla aydınlanmış öyle bir basiret ve ferasetle donatsın ki, başka yolda yürüyemeyecek bir “körleşme” lütfuna mazhar olalım!