Kader bizim bedenimizi cılız yaptığı halde, sonsuzluğa dönük planlar kurmaktan geri durmayız. İnsanın yaşayabileceği ömür ne kadar uzun olursa olsun, gözümüzü hiçbir zenginlik, mevki doyurmadığından umutlarımızla doldururuz yaşamımızı. Böyle bir umuttan daha utanç verici, daha budalaca bir şey var mıdır? Çünkü her gün biraz daha yaklaşıyoruz son güne…her saat, bir gün içine düşeceğimiz yere doğru itiyor bizi. Gelecek dediğim şey şu anda olup bitmektedir, geleceğin büyük bir parçası geçip gitmiştir artık. Çünkü yaşadığımız zaman yaşamdan önce olduğumuz yere ulaşmıştır. O halde, her geçen gün bizi yavaş yavaş ölüme götürdüğüne göre, o son günden korkmakla hata ediyoruz. Bizi göçüren o son adım, bizi bitkinleştiren adım değildir ki; bize göçtüğümüzü açıklar sadece. Son gün ölüme varır, her gün de gitgide daha yaklaşmaktaydı zaten! (Seneca)
Yaşamımda hatırladığım kadarıyla en hızlı geçen süre - şimdilik 50 - 60 yaş aralığıdır. Nasıl başladığını, nasıl bittiğini anlayamadım. Aslında bu süreyi gözden geçirirken bana çok uzun bir zaman dilimi olarak geliyor. Ancak tarihe bir göz attığımda sanki o yıllar yaşanmamış gibi geliyor.
Çocukluğumdan itibaren bugüne değin kaybettiğim birçok arkadaşım ve tanıdığım oldu. Onlu, yirmili, otuzlu… yaşlarda. Onlar mı şanslı, biz mi şanslıydık, bilemiyorum. Yıllar önce büyüklerimden duyduğum aşağıdaki hikaye, birebir uymasa da bu konuda beni çok düşündürüyor.
Mahalledeki gençler, yaşını almış insanlar nezdinde itibar gören ve sinirlenmemek ile yani mülayim olmakla ün yapmış bir amcaya takılmak için bir plan kurup, onun yanına gitmeyi kararlaştırmışlar. Gecenin bir yarısında amcanın evine gidip kapıyı çalmışlar. Amca kapıya çıkmış ve “Buyrun çocuklar, size nasıl yardımcı olabilirim? Demiş. Gençler, “Amca bir konuyu merak ettik, kusura bakmayın sabahı bekleyemedik,” deyince, amca: “Elbette geleceksiniz çocuklar,” demiş. Gençlerden biri söz alarak: “Amca, bizim bir köpeğimiz var, senin de sakalın var. Şunu merak ettik, köpeğimizin kuyruğu mu daha hayırlı senin sakalın mı?” Soruyu soran gençler bıyık altından gülmeyi de ihmal etmiyorlarmış. Amca hiç istifini bozmayarak: “Çocuklar, inancımıza göre hayvanlar hesap gününde diriltilip hakları alınınca toprak olacaklardır. Bizi ise ebedi bir yaşam bekliyoruz. Eğer cehenneme gireceksem, elbette köpeğin kuyruğu hayırlı olur. Ancak cennette gideceksem, sakalım daha hayırlı olur…”
Ben de bu hikâyeyi kendime uyarlıyorum. Şöyle ki, benden önce ölen arkadaşlarımdan fazla yaşadığım veya yaşayacağım süre zarfında iyiliklerim/ sevaplarım hata ve günahlarımdan fazla ise yani olumlu fark varsa muhtemeldir ki onlardan fazla yaşamış olmam benim için daha hayırlıdır. Yoksa…
Birçok cenazeye katıldım. Özellikle yaşıtlarımızın cenazeleri beni ve yaşıtlarımı etkilediğini fark etmişim. Bu tür ölümlerde çoğumuz kendini rahmetlinin yerine koyuyor ve kendini ayaküstü bir imtihandan geçiriyor. Çoğu zaman da amellerimizin eksik olduğu kanaatine ulaşılıyor, mezarlıktan dönünce kendimize çeki düzen vermeyi kararlaştırıyoruz. İstisnalar hariç bir kaç günde eski duruma dönüyor ve kaldığımız yerden hayata devam ediyoruz.
Bütün canlılar gibi biz de ölümlüyüz. Ancak kendimize ölümü yakıştırmayız. İstesek de istemesek de öleceğiz. Ancak öyle bir yaşam sürdürelim ki ölüm meleği gelince bakmaya ve gitmeye yüzümüz olsun. Yazımıza Montaigne’ nin bir sözü ile son veriyoruz: “Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim.”