Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan yeni
romanı Kırmızı Saçlı Kadın'da okurlarını otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada
liseli bir gencin yaşadığı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir suçun peşinden sürüklüyor.
Kırmızı Saçlı Kadın, gerek konusu gerek de felsefi derinlikli bakış açısı ile Orhan
Pamuk’un oldukça iddialı olduğu bir romanı. Nietzsche’nin Tragedya’nın Doğuşu,
Sophokles’in Kral Oidipus ve Firdevsi’nin Şehname adlı eserlerinden alıntılar yaparak
başladığı kitabın kapağında ise kitap kahramanı Kırmızı Saçlı Kadının(Gülcihan) da kendisini
benzettiği Dante Gabriel Rosetti’nin Regina Cordium adlı yapıtı yer alıyor. Romanda genel
olarak liseli bir gencin otuz yıl önce yaşadığı bir aşk hikayesi ve bu aşk hikayesinin kötü
bitmesi ile yaşadığı ve tüm geleceğini etkileyen sarsıntı anlatılıyor. Bu sarsıntıyı, “İlk aşk
deneyimi bütün bir hayatı belirler mi? Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin
gücü müdür?” şeklindeki iki temel soruya cevap vermeye çalışarak ve okuru polisiye bir
izleğin peşinden sürükleyerek anlatıyor. Bu anlatı- öykü demek yerinde olur- postmodern
roman dehası Pamuk’un kitabında buzdağının görünen yüzüdür sadece. Kitabı lise çağındaki
kahramanın yaşadığı aşk hikayesi olarak ele almak, kitabı doğru tahlil etmeye engel olacaktır.
Eski metinler üzerinden doğu-batı sorunsalına değinmeyi eserlerinde bir üslup haline getiren
Orhan Pamuk, son kitabında da neredeyse karşılaştırmalı edebi metinlere değinerek gelenekle
moderni ele alıp postmodern bir kurguyla karşımıza çıkmaktadır.
Orhan Pamuk’un 2014 yılında yayımlanan Kafamda Bir Tuhaflık romanında Bozacı
Mevlüt’ün dramatik hikâyesini okumuştuk. Kitaplarında eski hikâyelere, unutulmuş eski
mesleklere değinmeyi sevdiğinden olacak ki Kırmızı Saçlı Kadın’da da Kuyucu Mahmut Usta
üzerinden kuyuculuk mesleğini anlatıyor. Bunu anlatırken de bir yandan yedi kat göğe bakıp
yedi kat yerin altına girerek medeniyet bulmaya(Su: eski toplumlarda medeniyetin ilk
belirleyenlerindendir.) bir yandan da babaya ihtiyaç duyma ve birey olma ihtiyacını anlatır.
Romana az derinlikli bir bakış:
I
Romanın birinci bölümünde “küçük bey” Cem’in kuyucu Mahmut Usta’nın yanında
İstanbul’un ücra kasabası Öngörendeki macerası anlatılıyor. Kuyuda vuku bulan olay
neticesinde Cem, en mutlu yazına olay mahallinden kaçarak son veriyor. Yetmiş beş sayfayla
anlatılan bu bölüm aynı zamanda Cem’in ergenlik dönemine de denk geliyor.
Romanın ikinci bölümünde yazar olmayı isteyip-Orhan Pamuk da mimarlık
öğrenimini yarıda bırakmıştı- jeoloji mühendisi olan ve günümüze kadar gelen “küçük bey”in
pek de çeşitlenmeyen, aynı tonda devam eden ve okuru sarsmayan hikâyesi yer alıyor. İkinci
kısım, birinci kısma göre oldukça vasat. Birinci kısımda okuru, hikayenin içine çekmeyi
başaran Pamuk’un, ikinci kısımda başarılı olduğu söylenemez. Bu belki de kuyunun dibinde
bırakılan Mahmut Usta’dan ötürü okurun Cem’e duyduğu öfkeyi minimize etmek için
yazınsal bir manevradır; bu bilinmez elbet ama birinci kısmın pastoral örgüyle okuru
hapsettiğini söylemek yanlış olmaz.
Romanın üçüncü kısmında anlatı, Kırmızı Saçlı Kadın’ın ağzından aktarılıyor. Bu
kısımda dil oldukça ağır. Pamuk, hikayeyi sonlandırmak ve okurdaki soru işaretlerinin
giderilmesi görevini esrarengiz Kırmızı Saçlı Kadın’a vermiş. Bu bölümde okur, kitabın
sonuna konulan noktayı görmek için adeta sabırsızlanıyor.
II
Son birkaç yıl öncesine kadar sinema, tiyatro, şiir vb. edebiyatın, sanatın herhangi bir
formunda layıkıyla anlatılmayan 12 Eylül döneminin de incelikli olarak kitaba alındığı
görülmekte. Orhan Pamuk bunu; Akın Çelik(Cemi’in babası), Kırmızı Saçlı Kadın ve
arkadaşları ile Maocu gruplar üzerinden inceden inceye veriyor. Yine de tam anlamıyla o
dönemi anlattığı söylenemez. Yakından dokundurmalarla… O yıllarda birçok kişi yurt dışına
kaçmış, kaçmayanlar yakalanmış, hapse atılmış ve işkenceden geçirilmiştir. Bu durum Cem’in
babası üzerinden aktarılıyor.
III
Romanda otoriteyle ilişki; edebi metinler ve medeniyetler üzerinden veriliyor. Roman
kahramanı Cem Çelik, babasından hiç görmediği şefkati kuyuculuk geleneğinin temsili olan
Kuyucu Mahmut Usta’da buluyor. Orhan Pamuk, roman kahramanı Cem’in babasına
duyduğu öfkeyi de kuyunun dibinde bıraktığı Mahmut Usta üzerinden verecektir. Baba/oğul-
otorite/birey sorunsalı üzerinde çokça duran Pamuk, doğu toplumlarında otoritenin varlığının
oğlun ölmesi ya da öldürülmesiyle sağlanabileceğini batı toplumlarındaysa otoritenin
sağlanabilmesi için babanın ölmesi ya da öldürülmesi gerektiği üzerinde duruyor. Bunu da
eski metinler üzerinden veriyor. Kabaca baba, otorite olarak ele alınmış desek yeridir.
Osmanlı devletinde padişahların devlet otoritesini sağlamak, imar etmek için kardeş katlini
dahi vacip gördüğünü göz önünde bulundurarak böylesi bir genellemeye gitmek yerinde olur.
Ama unutulmamalıdır ki doğu toplumu sadece Osmanlıdan ibaret değildi fakat otoriter
toplumlarda baba figürünün ne denli önemli olduğu da unutulmamalıdır.
Birkaç yüzyıl öncesine kadar da toplumların gelişmesinde önemli katıları olan doğu
medeniyetinin geldiği yer itibariyle kendini bulması için dahi batıya ihtiyaç duyduğu fikri
üzerinde de durulmuş. Bu, Rüstem ile Suhrab metninin en eski el yazmasının Amerika’da
bulunmasından dolayı “doğu, batı da bile esaret yaşıyor.” nevinden bir cümleyle kitaba
alınmış.
IV
Romanı daha fazla açınlamaya gerek yok. Kırmızı Saçlı Kadın, üç-beş başlıkla
anlatılamayacak kadar derinlikli. Mesela Orhan Pamuk’un “bazen” yerine neden “bazan”
dediğini merak ediyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız. Bütün bunların dışında
Postmodern kurgu, toplumsal psikanaliz ve daha neler neler…
Bu arada kitap 204 sayfa. Yani bir çırpıda…