Katliamlar girdabından çıkamamak

Abone Ol

Tarih kitaplarında, filmlerde, belgesellerde hatta ağıtlarda dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan katliamlar hakkında bilgi sahibi olmuşuzdur.

Gelin görün ki Hz İsa’nın doğumundan bugüne kadar kesintili aralıklarla katliamlar yaşanmıştır.

Haçlılar, Kudüs’ü almaya gelirken, burada yaşayan Yahudilerin kadın, çocuk demeden vahşice kılıçtan geçirdi. Öldürülemeyenler sürgün edilmişti. Tam anlamıyla korkunç bir katliama imza atmışılardı.

Her insan oturup düşünmelidir. İnsanın dini, mezhebi ya da ırkı ne olursa olsun bir önemi yok. Bu topraklar üzerinde her dini inancı ve mezhep ayrımı gözetmeden sevgi gözüyle bakılmalıdır.

Yahudi toplumun Kudüs’te yaşadığı trajediyi unutup, bugün devlet çatısı altında başka bir topluma katliamlar yaşatması insanı bir kez daha düşündürüyor.

İnsan toplumu vahşetler karşısında unutkan mı olur yoksa umursamazlık mı ediyor? Bilinmez… Ama vahşi katliamlardan ders çıkarmamak tam bir ahmaklık göstergesidir.

Biraz da kişisel hırslarından dolayı gücü eline alıp katliamlar yaşatan liderlerden söz edelim.

Büyük İskender, kendi yönetimi altında yaşayan halkın kendisinden memnun olmayıp başkaldırdığı için binlerce insanı katliamdan geçirdi.

Cengiz Han da Büyük İskender abisinin en kötüsünü yaptı. Ele geçirdiği şehirlerde yaşayan insanları bir bir katlediyordu.

Avrupa’nın karanlık çağları yaşadığı yıllarda Kazıklı Voyvoda on bin civarında erkek, kadın, çocuk kazığa geçirmişti.

Böyle adamlar tarihe zulüm eden olarak geçiyor.

Tarih akmaya devam ederken, ortaya çıkan zalim adamlar vahşi katliamları yapmaktan geri durmazlar.

Utanç verici ve insan toplumunun yüz kızartıcısı olan katliamlardan hala ders çıkaramıyorsak, bu girdaptan kurtulmak mümkün de değil.

Avrupa’nın tam merkezinde insanlar soykırımdan geçirildi. Tarih bunu da yazmıştı. Kirli fikirler üzerine inşa edilmek istenen bir ülke hayali, toplumuna ait olmayanları düşmanlaştırarak, şeytanlaştırarak kurulacaktı.

Adolf Hitler’i duymayan kalmamıştır. Ülkesindeki Romanları, siyahileri ve özellikle Yahudileri sistematik bir şekilde kamplarda, fırınlarda, gaz odalarında kıyımdan geçiriyordu. Düşlediği o iğrenç, kokuşmuş ülke hayalini gerçekleştirmek için.

Piyanist (2002) filminde Hitler Almanya’sının gazabına uğrayan Polonya’daki Yahudiler gerçekçi bir katliamdan geçirilir. Bu film ders niteliğinde okulda, evde her yerde izletilmelidir. Zaten II. Dünya Savaşı’yla ilgili çekilen belgesellerdeki gerçek görüntüleri izledikten sonra bu filmin gerçekçi olduğunu görebilirsiniz.

Hitler’den kırk üç yıl sonra Saddam Hüseyin başka bir katliam yapıyordu. On binlerce erkeği çölde kuşuna dizerek Enfal katliamların başlangıcını yapıyordu. Yetmedi Halepçe’de yaşayan insanların üzerine kimyasal bomba attı. Beş binden fazla insan hayatını kaybetti.

İnsan, inanmakta zorlanıyor. Ama durum iç açıcı, diktatörlerin zor kullanmaları bulaşıcı bir hastalık olduğuyla ilgilidir.

Böyle zorba kişilikler tarih sahnesine hep çıkar. Böyle zalimler ortaya her çıktığında insanoğlunun kurtuluşu olduğuna inancı kaybediyor.

İnsanlar ya aklını yitirmiş olmalı ya da çıldırmış olmalıdır. 1990’ların ortaları… Afrika’da iki kabile palalarla birbirlerini acımasızca doğradılar. Önce Tutsi kabilesi Hutu kabilesini öldürmeye başladı. Daha sonra fırsatı eline alan Hutular Tutsileri kıyımdan geçirdi.

Tarihe Ruanda Soykırımı olarak geçti. Yüz günde bir milyon civarı insan öldü. Bu utanç verici. İnsanlar ne zaman akıllanmaya başlayacak, biz bunu bilemeyiz.

Dilerseniz Ruanda Soykırımı ile ilgili Ruanda Oteli adlı filmini izleyebilirsiniz. Gerilimli ve rahatsız edici sahneler film boyunca yer alıyor.

İzlemeliyiz böyle filmleri, çünkü biz insanlar bilinç sahibi varlıklar olarak, katliamlara sebep olmamalıyız.

Ruanda soykırımı sırasında orada bulunan dünyaca ünlü belgesel fotoğrafçısı Sebastiao Salgado olanlara şahit olmuş ve ağlayarak şunları söylüyordu: “Hem duygusal anlamda, hem de inançlarım açısından altüst oldum. Fotoğraf dizilerimi hazırlarken o kadar çok trajediyle karşılaşmıştım ki artık her şeye alıştığıma inanıyordum ama böyle bir şiddet, nefret ve vahşetle karşılaşmayı beklemiyordum. Karşılaştığım katliam ve soykırım öyle bir vahşet seviyesine ulaştı ki bundan duygusal yara almamak ya da insanlığın geleceğine dair derin bir huzursuzluğa kapılmamak mümkün değildi.”