‘Kaldırımlar’ üzerinden bir ‘Van’ okuması!

Abone Ol

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

(Necip Fazıl Kısakürek’in Kaldırımlar şiirinden...)

***

Usta’nın bu şiirinden hareketle farklı bir açıdan bir Van okuması yapayım istedim. Akademik çalışmalar başlıklarından çok duymuşsunuzdur bu ifadeyi: Filanca yazarın şiiri üzerinden İstanbul okuması… Kent okumaları üzerinden filanca şehir… Herkes bir şeyler üzerine bir şeyler okuyor. Okumalar üzerine okumalar yapılıyor. Ben de bugün farklı bir açıdan Van okuması yapmak istedim. Bu kez büyük ve bitmeyen işlerden girmeyeceğim. Çevre Yolu, Otogar, Stadyum, Metro, Tramvay gibi bir türlü olmayacak işler üzerinden yapmayacağım okumamı. Bu kez ele almak istediğim konu kentin kaldırımları, refüjleri, kavşakları olacak. Sadece bu küçük ‘taşlar’ üzerinden bir Van okuması yapmaya çalışacağım.

***

Urartular gibi bırakın taşı sanata dönüştürmeyi taşı ‘her şeye’ dönüştürebilen bir medeniyetten miras kalan kentte bu ruhu koruyamadığımız gün gibi ortada! Dünyada ve birçok kentte geçmiş medeniyetlerin taş ve yapı ustalığını koruyan kentlerin bugün de aynı mimariyi koruma başarı sürerken. Van betonlaşmayı hakkını sonuna kadar vererek, ruhsuz ve kimliksiz bir yapılaşmada almış başını gidiyor. Sanırım bu konuda hem fikiriz.

***

Bazı şehirleri örnek vermekten bıktım ama… Bundan birkaç yıl önce Mardin’e gittiğimde kavşaklar, refüjler, geçitlerdeki işlemeler beni kente dair en çok etkileyen şeyler olmuştu. Eski Mardin’e çıkarken yolun sağında solundaki duvarlara yapay çiçeklerden süslemelerden muhteşem işlemeler yapıldığını görünce adeta büyülenmiştim. Tamamıyla taştan yapılan bir şehre giden yollar ancak bu kadar güzel renklendirilebilirdi. Bizim bu taraflarda ise belediyeler daha çok ‘ışık’ üzerine yoğunlaştırdı çalışmaları. Kötüye yorduğum yok, son zamanlarda yapılan en güzel işlerin başında geliyor. Bu çalışmayı sıradanlaştıran şey Doğu ve Güneydoğu’daki kayyum belediyelerin neredeyse hepsinin bu ışıklandırmaları kullanmış olmaları. Geçenlerde söz Van’daki yeni ışıklandırmalarından açıldığında bir arkadaşım bu ışıkların artık ‘Kayyum ışıkları’ olarak adlandırıldığını söyleyerek tebessüm ettirmişti.

***

Konumuz ışıklar değil tabi: Peyzaj sorunu! Bölge illeriyle aynı ışıklandırma sistemini kullanıyor olsak da kent olarak son dönemlerde güzel, bakımlı, refüjleri ile dikkat çeken birçok kentten daha berbat bir refüj planlaması olan bir kent olduğumuzu belirtmek isterim. İşin uzmanı değilim, peyzaj mimarlarının çalışma alanlarına girip yanlış bir şey söylemek istemem ama kentin yıllardır bir vatandaş olarak beni de rahatsız eden bir ‘eksikliğini’ paylaşmak istedim.

***

Olaya 90’lı yıllardan kalma bir çalışma politikası ile yönetilen Karayolları’nın ‘müteahhitler’in insafına bıraktığı kentin kendilerini ilgilendiren kısımlarından bahsedeyim. Bir kere o sarı-siyah boyamalar rezalet! Her yıl sil baştan kaldırım kenarındaki taşları siyah-sarıya boyayarak bakım yaptığını zanneden Karayolları, kentlerin estetikte yarıştığı bir dönemde çok farklı bir telden çalıyor… Yıllardır kente birçok yönetici geldi-gitti. Bir tek geçtiğimiz dönem Murat Zorluouğlu’nun kentin özellikle giriş çıkışlarındaki refüj rezaletinden dolayı ‘sert’ bir çıkış yaptığına şahit oldum. Belli ki belli bir kesimi rahatsız eden o bakımsızlık, ilgisizlik onu da rahatsız etmişti. Karayolları o tarihten sonra bir çalışma başlattı. Geçtiğimiz yıldan bu yana Edremit’ten Üniversite’ye kadar olan yollar söküldü, yeniden yapıldı. Çimler söküldü, ekildi falan. Ama en nihayetinde çok bir şey değişti mi derseniz? Bence değişmedi. Yeni işin altında bir felsefe, mimari kaygı, yatmıyor. Mantık belli: Bordürleri diz-boya, kaldırımları kilit taşı döşe. Oldu bitti!

***

Gelelim şehir merkezine. Karayolları’nın 90’ların ruh haliyle devam ettirdiği çalışmalardan farklı olsa da Belediyelerin de kentin refüjlerinde yine bir kentsel kaygı taşıdığını söyleyemeyeceğim. Sadece son dönemlerde Cumhuriyet ve Maraş Caddeleri’ndeki durumu hatırlayın. Önceki dönem belediyeleri kalkıp kentin orta refüjlerini kocaman saksılarla doldurdular. Daracık caddelerin ortalarına dizilen o saksılar bir yılda adeta harabeye döndü. İçine ekilen bitkiler, çamlar, en fazla bir süre renkli duruyor. Sonra o saksılar kazulet gibi duran yapılar olarak göze çarpıyor. Prestij caddesi olarak yapılan İkinisan Caddesi’ndeki kaldırımlar renkli taşlarla döşenmişti. Yapıldıktan sonra birçoğu zarar gördü, dağıldı gitti. Işıklar söndü. İkinci kez bakılmadığı bile. Zaten önemli olan ilk yapıldığında yanmasıydı, sonrası kimin umurunda?

***

Cumhuriyet Caddesi deseniz deneme-yanılma tahtası! O kaldırımların dili olsa da konuşsa. Bir belediye başkanı geldi demirlerle döşedi, öteki gelip cam levhalarla boydan boya caddeyi kapattı. Olaylar olunca eylemciler o camları tuzla buz etti! Bir başkası çıkıp “Böyle olmaz” dedi. Sadece taş ile döşeyip ‘normal’ kalsın dediler. Sonra bir diğer başkan yine gelip saksılarla doldurdu. Hiçbir anlamı, ruhu, mantığı olmayan o saksılar daracık caddeyi daha basık bir hale getirmiş gibi duruyor. Kentin en gözde caddesine bir ruh, bir anlam, bir estetik mi katıyor derseniz? Ben hissiyatı alamadım şahsen. Yenileme çalışması kışın buz pistine dönme işini rafa kaldırsa da binbir çaba ile yapılan kaldırımların daha üzerinden bir hafta geçmeden sökülmesi, kırılması, bozulması da ayrı bir problem.

***

Yenilenen bir diğer caddeye gidelim… İskele Caddesi ilk prestij caddelerden birisi olmuştu hatırlarsanız. Işıklar yapıldı, sökülen ağaçların yerine yenileri dikildi (sözde). Geçen zaman içerisinde ağaçlar doğru düzgün büyümedi, ışıklar deforme oldu. Hadi bunlar eski yapılan işlerde. Geçenlerde çokça tartışılan bir yenileme çalışması oldu yine Cumhuriyet ve Maraş caddelerinde. Maraş Caddesi’nde sökülüp yeniden yapılan refüjlere çok sıra dışı bir şekilde hazır çimler serildi. Yolları karşıdan karşıya geçerken dere-tepe dinlemeyen Vanlılar’ın bu hassasiyetini(!) düşünmüş olacaklar ki bu çimleri sermelerinden birkaç gün sonra hepsi talan edildi. Ezildi, büzüldü. Birkaç hafta adeta toz-toprak oldu gitti. Kentin en çok kullanılan caddesinin orta refüjlerini hazır çimlerle döşeyen mimar arkadaşı da buradan tebrik etmek istiyorum…

***

Kentin göbeğinde bir AVM yapıldı. O civardaki durum da bir dönem Şehrivan’ın Cumhuriyet Caddesi’ni tanımlamak için kullandığı ‘Önü Paris arkası Van’ sözünü teyit eder cinsten. AVM’nin ön tarafında klasik bir Van planlaması varken arka tarafı adeta köyü andırıyor. Bu kadar aktif olarak kullanılan ve AVM’den dolayı gece-gündüz bir hareketliliğin olduğu AVM’nin arka tarafındaki kaldırım, refüj, kavşak Hindistan’dan bir mahalle gibi. Hiçbir belediyeci, yönetici, idareci rahatsız olmaz mı bu durumdan? Merak ediyorum… Ben olsam en azından kentin en çok görünen, gezilen, tozulan yerlerinde bu görüntüye izin vermezdim. Üstelik bu güzergah aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi’ne gidilen güzergah! Ben daha ne diyim…

***

Bakın bu kentin geçtiğimiz on, yüz, bin yılda burada yaşayan medeniyetlerden bir mirası günümüze taşıdığı yok. Bir Diyarbakır’a gittiğinizde şehri çevreleyen Surlar ile cadde ve sokaklar özdeşleşmiştir. Siyaha çalan surlarla aynı renkte kaldırımlarla, şehir içindeki Arnavut kaldırımlarıyla o ruhu yaşarsınız. Mardin’de ise içiniz açılır. Şehir sarıdır. Mardin taşı hem eski yapılarda hem yeni yapılarda hem de yerdedir. Kentin refüjleri düzenli, rengarenk taşlarla bezenmiş ve nizamidir. Şanlıurfa ha keza bazalt taşı ağırlıklı bir yapılaşma görürsünüz, Bitlis’te ha keza Ahlat Taşı size muhteşem duygular yaşatır. Bitlis Kalesi’nden aşağı inerken bastığınız o taşları geçerkenki ruh şehir içinde de aynı şekilde sürer gider.

***

Dönüp Van’a geliyorsunuz. Bastığınız yer asfalt, klasik kaldırım, bordür taşı… Bir estetiği, kaygısı, hikayesi, geçmişi yok.  Başınızı kaldırıp bakıyorsunuz birkaç merkezi cadde ön cephelerine yapılan süslemelerle gösterişli duruyor. “Dur şuna bir de yandan bakayım” dediğiniz binanın kenarı boyasız, arkası ise ne sıvalı ne boyalı, briketler yıkılıp aşağı geliyor adeta! Şehrin yüksek binalarından çıkıp “Sana tepeden bakayım” dediğiniz Van’da tozlu, grimsi ve çirkin çatılardan oluşan bir Van görüyorsunuz, ufukta görünen deli eden Van Denizi maviliği olmasa “Ulan bu nasıl şehir be!” diyeceksiniz, ama orayı görünce şehrin bohemini unutuyorsunuz! Şimdi böyle bir şehir için bir okuma yapalım diyelim. Ne denir ki bu işe?

***

Son dönemlerde ışıklandırmalar, taş döşemelerle cadde ve sokakların değiştirilmeye çalıştığına şahitlik ediyoruz. Ama bunlar okumalık, gelecek kuşaklara aktarmalık, korumalık şeyler değil. Bildiğiniz göstermelik, günü kurtarmalık, mevsimlik çalışmalar. Oysaki olması gereken bu kentte ruhu olan işler yapmaktı. Ben belediyeci, şehir plancısı olsam bu şehre dair bir şey yaparken arkeoloğundan, sosyoloğundan, tarihçisinden birçok isimle görüşür öyle yapardım bazı şeyleri. Onlar bir okuma yapıp fikir verseler daha ‘anlam dolu’ mimarimiz olabilirdi. Ama ruhu yok! Ben yıllardır okumaya çalışıyorum: Bu kentin yollarına, kaldırımlarına, kavşaklarına bakınca ‘şehirleşemeyen’, ‘kentleşemeyen’ bir Van’dan başka bir şey göremedim. Ne kadar ışıklarla donatırsak donatalım bu şehre bir ruh vermedikten sonra “Kentleştik” diyemeyeceğiz. Dedim ya uzmanı değilim. Ama inanın mimar da olsanız, sosyolog da olsanız bu şehre bakıp bir okuma yapmanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Lakin şehrin genel görüntüsüne, tarihine, geçmişine bakıp şu okumayı yapabilirim:

Biz bu kentleşme işini çok ama çok yanlış anlamışız!