AK Parti kurucusu ve önde gelen isimlerinden Van eski Milletvekili Prof. Dr. Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde yaşadığı olayları kitaplaştırdı. Hüseyin Çelik, “Milli Eğitim’de Üç-Beş Nöbeti” adıyla yayınlanan geniş hacimli kitap 515 sayfadan oluşuyor. Çelik, görev üstlendiği dönemdeki zorluklara uygun düşeceği için kitabının ismine askerliğe göndermede bulunarak “ Üç-Beş Nöbeti” ismini koymuş. Kitapta, bakanlık yaptığı dönemde eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başta olmak üzere , Yüksek Yargı ve YÖK ile yaşanan çatışmalara açık bir şekilde yer veriliyor. Çelik’in kitabında 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı süreci, 367 kararı, 27 Nisan e-muhtıra, Cumhuriyet Mitingleri, Silahlı Kuvvetler ile ilişkiler, AK Parti’ye kapatma davası gibi kritik gelişmeler detaylı bir şekilde anlatılıyor.
DÖNEMİN ÖNEMLİ OLAYLARINI ANLATTI
AK Parti hükümetlerinde Kültür ve Milli Eğitim Bakanlığı yapan, uzun süre de AK Parti Sözcülüğü’nü üstlenen Hüseyin Çelik kitapta 2000’li yıllara damga vuran tartışmaları bir dizi olayların perde arkasını aralıyor. Bunlardan birisi de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçildiği 2007 yılına ait. Cumhuriyet Mitingleri’nin AK Parti’ye Cumhurbaşkanı seçtirmemek için derin devlet tarafından düzenlenen operasyon olduğunu savunan Çelik, kendisinin Erdoğan’a; “Sayın Başbakanım, size aday olmanız gerektiği ile ilgili telkinlerde bulunan bir hayli arkadaşımızın olduğunu biliyorum. Ben, karizmatik liderliğinizle partinizin başında kalmanızdan yanayım. Çünkü yapılacak daha çok şey var. Biz henüz işin başındayız. Ben düşük profilli bir adayı ise asla içime sindiremem. ‘Eşinin başı açık olan biri aday olsun’ telkinini hepimize hakaret olarak görüyorum. Başta zatıaliniz olmak üzere çoğumuzun eşleri başörtülüdür. Ölçü bu olmamalı. Ben Abdullah Bey’in adayımız olması gerektiğini düşünüyorum“ sözleriyle Gül’ün aday olmasını savunduğunu anlatıyor.
ABDULLAH GÜL İLE İLGİLİ ÇARPICI DETAYLAR
Gül’ün adaylığının Erdoğan tarafından açıklanmasının ardından silahlı kuvvetler gece yarısı e-muhtıra yayınlamış, laiklik endişesini dile getirmiş, yüksek yargının Meclis’te 367 milletvekilinin hazır bulunması gerekir şartı ile de yeterli çoğunluk bulunamadığı için seçim yapılamamıştı. Daha sonra erken seçime gidilmiş ve AK Parti yüzde 47 ile sandıktan zaferle çıkmıştı. Seçim zaferine rağmen Abdullah Gül’ün yeniden Cumhurbaşkanı adaylığının sancılı geçtiğine de kitabında yer veriyor Hüseyin Çelik. Erdoğan’ın Gül’ün adaylığına çok da sıcak bakmadığını anlıyoruz. Kitapta ilgili bölüm şöyle: “27 Nisan Bildirisi, Cumhuriyet Mitingleri, Anayasa Mahkemesi’nin tutumu ve benzer gelişmeler bir yandan kendi aramızda safların sıklaşmasına yol açarken bazı arkadaşlarımızda ise bir miktar gevşemeye ve endişeye yol açmıştı. Tayyip Bey’e de Sayın Gül’ün adaylığının yeniden düşünülmesi gerektiği ile ilgili içerden ciddi telkinlerin yapıldığını biliyorum. Sanki Tayyip Bey’in de, bu meselede aklı karışmıştı. Abdullah Bey’in bir grup milletvekili ile TBMM’de yaptığı basın toplantısında adaylığının devam ettiğini ilan etmesi de Tayyip Bey’in hoşuna gitmemişti…”
“İSTERSENİZ BEN ÇIKAYIM”
13 Ağustos 2007 tarihindeki Bakanlar Kurulu’nun özel gündem bölümünde Tayyip Bey, adaylık meselesini tartışmaya açtı. O zaman Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Gül şunları söyledi: “İsterseniz ben çıkayım” dedi. Sayın Başbakan “Bence gerek yok, sizin de bulunmanız daha iyi olur” dedi. Sayın Başbakan, oturma sırasına göre, sırasıyla bakanlara konuyla ilgili söz verdi. Ben, hangi bakanın ne dediğini burada yazmayı ahlaki bulmuyorum. Sadece kendi tavrımı yazmanın hakkım olduğunu düşünüyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ki, bazı arkadaşlar, zıtlaşmaya gerek olmadığını, meselenin uzun vadede ne getirip ne götüreceğini hesaba katarak karar verilmesi gerektiğini, konunun bir bilek güreşine dönüştürülmemesini ifade ettiler. Bolca “ama”lı,“fakat”lı,”ancak”lı cümle kuruldu. Bütün bunlar açıkça “Sayın Gül aday olmasın” demekti.
“MAĞDUR EDİLEN SADECE ABDULLAH BEY DEĞİL”
Henüz 60. Hükümet kurulmadığı için bazı arkadaşlar, Sayın Başbakan’ın net niyetini bilmedikleri için ona ters düşmemek gibi bir endişe de taşıyorlardı. Sıra bana gelince ben şu mealde bir konuşma yaptım: “Sayın Başbakanım, doğrusunu isterseniz ben Abdullah Bey’in yeniden aday olmamasını bırakın başkalarına, kendime bile izah edemem. Efendim, biz, sizi arkadaşlarınızın hukukunu kendi hukuku kabul eden bir lider olarak tanıyoruz. Esasen birlikteliğimizin esas sebebi de budur. Abdullah Bey, adaylığını kendisi açıklamadı, siz açıkladınız. Şimdi ne oldu da biz bu konuyu tartışıyoruz? Unutmayalım ki, seçimde aldığımız % 47’lik oy oranının önemli bir kısmı, bize Cumhurbaşkanı seçtirilmemesine ve Sayın Gül’ün mağdur edilmesine duyulan tepkiden dolayı verildi. Hakikatte mağdur edilen sadece Abdullah Bey değil, hepimiziz. Parti mağdur edilmiştir ve millet mağdur edilmiştir. Bu mağduriyeti gidermek boynumuzun borcudur. Bazı arkadaşlar, uzun vadeli düşünülmesi gerektiğinden söz ettiler. Biz, zillete düşersek uzun ömürlü olamayız ki, uzun vadeli hesap yapalım. Biz, 27 Nisan Bildirisi’ne boyun eğseydik bugün burada olamazdık. O günkü sağlam duruş ve kararlılığımızı bugün de göstermek zorundayız. Bugün, biz, Ali Fuat Başgil’e reva görülen muameleye benzer bir muameleyle karşı karşıyayız. Malumunuz, 1961’de Cumhurbaşkanı adayı olması istenen Ali Fuat Başgil’i, bazı Milli Birlik Komitesi Üyeleri Başbakanlığa çağırarak “Aday olursanız ve seçilirseniz makam arabası sizi Çankaya Köşkü’ne götürmez, muhtemelen top arabası sizi Cebeci Mezarlığı’na götürür” demişlerdi. Başgil aday olmamış, Adalet Partisi senatörlüğünden de istifa ederek yurt dışına gitmişti. O gün darbecilerin istediği olmuştu. Bugün darbe heveslilerinin istediği olmamalıdır.” (Serbestiyet)