Kolixan Ağa, herkesin bir umutla kapısına gittiği ve varsa bir lokma ekmeğini hiç çekinmeden yolcudur, muhtaçtır ve bana gelmişse vardır Allah’ın bir takdiri deyip paylaşan biriydi. Görmeye vardır malı mülkü ama hesabı komşusu ve yoluna gelenledir. Mal mülk bir yana kalbinin bir kenarında her daim bir hasret bir sızı vardır. Allah kudret vermiş, güç vermiş, merhamet vermiş… Fakat onu bir evlada hasret bırakmış. Kolixan Ağa, dolaşır hekimden hekime, meleden meleye, âlimden âlime… Fakat bulamaz bir çare. Artık olmaz dediği yerde Allah ona bir erkek evlat bağışlar. Hesenevdale vadisi şahit olur bu mutluluğa ve paylaşır bu sevinci yolundan geçen her kuşa, her suya, her yolcuya… Adına Heso derler bu çocuğa. Bayram gelmiştir Hesenevdal Vadisi’ne ve herkes paylaşır bu sevinci.
Zaman durmaz akar ve Heso serpilir büyür, kocaman bir delikanlı olur. Her delikanlıda olduğu gibi Heso’nun da kalbine bir güzelin sevdası düşer. Varır, diz çöker babasının dizine anlatır derdini. Kolixan Ağa açar elini rabbine ve duaların en güzelini eder, şükürlerin en masumunu eder. Kolixan Ağa kırmaz oğlunu, varır güzelin evine ve babasından ister, söylerler güzele Nazê. Düğün yapılır ve katılır Kolixan Ağa’nın evinden bir tas çorba içen ve merhametinden bir damla alan her komşu her yolcu. İki genç varırlar muratlarına ve dilden dile dolaşır ve Hesenevdal şahittir Heso-u Nazê aşkına.
Gün geçer, takdiri ilahi tecelli eder ve Kolixan Ağa vefat eder. Nazê dışında tek umudu olan babasını kaybeden Heso, bu derde daha fazla dayanamaz ve her gün oturur da düşünür, kahrolur. Nazê ne yapsa Heso’yu eski haline döndüremez. Zaman her vakit olduğu gibi acımasız davranır ve Heso çok ağır bir hastalığa yakalanır. Evde olamayacağını bilen ve hastalığının Nazê’ye buluşma korkusu ile yaşayan Heso, Hesenevdal Vadisi’ndeki derenin kenarındaki kulübeye götürülmesini ister. Nazê bağrına taş basar, ne yapsa ne etse olmuyor ve kıramaz Heso’yu, götürüp o derenin kenarına bırakır. Saat olur, gün olur, hafta olur. Nazê her vakit varır Heso’yu ziyaret eder, yaralarına merhem sürer ve birkaç kaşıt katık yedirir. Dermanı yoktur bu hastalığın, mal mülk çare olmaz ve her gün biraz daha fazla ölüme yaklaşır.
Dağlar, ovalar, nehirler engel olamaz ve haber ulaşır Nazê’nin ağabeylerine, amcalarına… Kalkın gidelim Heso ölmüş, kardeşimizi oradan alıp başkasına everelim derler. Çok vakit geçmez ve karar verilmiştir, gidip kardeşlerini oradan alıp kendileri gibi başka bir hal bilmeze verecekler. Varır ağabeyler Heso’nun evinden alırlar Nazê’yi götürüp telli duvaklı başka biri ile everirler. Nazê anlatamaz derdini, gücü yetmez zalimlere; ne dese kar etmez sesini duyan olmaz. At sırtında yeni evine doğru yola çıkan Nazê ağlar ve yalvarır etrafındakilere… Heso ölmemiş, o benim helalim Hesenevdal Vadisi’nde beni bekler, çaresizdir varın yol verin, bari son kez göreyim, merhemini süreyim. Merhamete gelir bir kişi iki kişi, Nazê’yi götürür Heso’nun yanına. Hesenevdal ağlar, nehir ağlar, kuş ağlar, taş ağlar… Heso, kimsesiz, çaresiz bir halde ve yaraları büyümüş te acısının sesi suya karışır…
Varır Heso’nun eteğine diz çöker Nazê. Heso der, Nazê sen de mi gelmiyorsun, sen de mi beni tek başıma çaresiz bıraktın, sen de mi beni kurda kuşa yem ettin. Nazê der, zalim babam, merhametsiz ağabeylerim, evi yanası amcalarım beni senden kopardılar. Dinlemediler dilimi, gönlümü ve bakmadılar her damla gözyaşıma. Ben senin helalinim, varsın dizinde ben de öleyim, dermanını getiremedim, zehrini içmeye geldim.
Nazê el sürer Heso’nun yaralarına kendi yüzüne sürer. Bir tas su alır nehirden bir damla Heso bir damla Nazê içer… Zehir ise senin dilinden benim dilime aksın, verem ise senin bedeninden benim bedenime geçsin, ölüm ise senin ruhundan benim ruhuma geçsin der Nazê. Kimsesiz, yalnız, çaresi, güçsüz âşıklar… Hesenevdal şahit olsun, nehir şahit olsun deyip yalvarırlar Allah’a ve el açıp sadece ölüm isterler… Ölüm yakındır onlara ve az vakit geçmeden Nazê’nin kafası Heso’nun bedenine düşer ve âşıklar ruhlarını teslim ederler.