GELECEK

Abone Ol

Paris katliamı, yeryüzünü de Türkiye’yi de tahminlerden fazla etkileyecek herhalde.

 

Batı, bu saldırıyı herhangi bir şehre değil, kendi uygarlığının kalbine yapılmış bir saldırı olarak algıladı. Modern Batı uygarlığının temel taşlarından olan Fransız Devrimi’nin yapıldığı ve Batılıların neredeyse “kutsal” bir metin olarak kabul ettikleri İnsan Hakları Bildirisi’nin yazıldığı başkent orası.

 

Obama, saldırıdan hemen sonra “en eski müttefikimize yapılan bu saldırı” derken herhalde sadece Amerikan devrimindeki askeri işbirliğini değil, İnsan Hakları Bildirisi’ni ve o bildirinin yazılmasında payı olan Thomas Jefferson’la Lafayette’in dostluğunu da hatırlatıyordu.

 

Bu büyük katliam, bir anlamda Batı uygarlığına, Batılıların yaşama biçimlerine, kültürlerine, inançlarına Müslümanların yaptığı büyük bir saldırı olarak Hıristiyan dünyanın algılarında yer aldı.

 

Amerika 11 Eylül’de saldırıyla karşılaştığında bu Amerika’nın uğradığı bir saldırıydı dünyanın gözünde ama Paris katliamı, Batı uygarlığının uğradığı bir saldırı olarak görüldü.

 

Saldırının biçimi de bu algının kuvvetlenmesinde rol oynadı, lokantalar, kafeler, konser salonları bombalandı, özgürce eğlenen, gülen insanlar öldürüldü.

 

Bunun algılanma biçimi, bundan sonraki gelişmeleri de önemli ölçüde etkileyecek… Paris katliamının bu yüzyılın ilk yarısını belirleyecek bir etkisi olacak gibi gözüküyor.

 

Avrupa’da “yabancı düşmanlığının” ve bu “düşmanlığı” kendisine kalkan yapan bir sağcılığın hızla yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Avrupa’da, Müslümanları bu kıtadan göndermek isteyen siyasetler güçlenecek belli ki…

 

Batılılar, kendi uygarlıklarını, o uygarlıktan nefret edenlere karşı korumaya çalışırken, garip bir çelişkiyle o uygarlığın temel taşlarını da zedeleyecekler. “İnsan haklarından” söz eden, Müslümanların haklarına sahip çıkmaya çalışanlar siyaset arenasında güç kaybedecek.

 

“Medeniyetler savaşı” anlayışı yükselirken, “insanlık” ve “dünyalılaşma” anlayışı yaralanacak.

 

Müslümanlar Avrupa’da daha çok yalnızlaşıp kuşatılacak, belki de o ülkeleri terketmeye zorlanacaklar.

 

Ama işin orada biteceğini sanmıyorum.

 

Paris katliamı, korkarım Avrupa’nın Müslümanlıktan, “Müslüman demokrat” bir anlayış olabileceğinden tümüyle umudunu kesmesine yol açacak.

 

Müslüman dünyasında yaşananlar da bu görüşte olanların ateşine odun taşıyor zaten.

 

Arap Baharı’nın çökmesinden, Mısır’ın ve Türkiye’nin  yarattığı hayal kırıklığından, IŞİD’in bir cinayet şebekesi olarak korkunç bir terör estirmesinden sonra artık “Müslüman” sözcüğü  Batılılara, gerçek dindarların güvenilir inancını değil sadece yolsuzlukları ve cinayetleri hatırlatıyor.

 

Bu noktada, “emperyalist Hıristiyanlar”, “iki yüzlü Batı” kalıplarıyla olayı açıklamaya da çalışabilirsiniz, Müslüman dünyasında yaşananları tümden görmezden gelebilirsiniz ama sanırım bu bakış açısı gerçeklere gözlerini kapatmış bir taraftar yığınının gönlünü serinletse de olayları anlamaya tek başına yetmez.

 

Neden Müslüman aleminde yolsuzlukların, hırsızlıkların, cinayetlerin dışında kalmış bir ülke bulunmadığını, neden Müslüman ülkelerin gelişemediğini, neden demokrasinin bu kültürde bir türlü yeşeremediğini de sorgulamak gerekecek.

 

Bunu sorgulayacak olanlar da Müslümanlar… Bunu da Batı’dan bekleyecek değiliz herhalde.

 

Müslüman dünyasının bu yetersizliğini sadece “Batı emperyalizmiyle” açıklamanın artık anlamsız kaldığını herhalde görmek zorundayız.

 

En yakından tanıdığımız ülke Türkiye.

 

Türkiye’yi bugün yaşadığımız duruma Batılılar mı düşürdü?

 

Yooo…

 

Müslümanlık vurgusu yapan bir iktidar Türkiye’yi bu hale getirdi, hukuku, hakkı, özgürlüğü, eşitliği reddeden iktidar “Müslüman”lardan oluşuyor.

 

Ve bu iktidarın “Müslümanlık” vurgusu arttıkça Türkiye’nin geleceği kararıyor, adalet ve özgürlük yok oluyor, yolsuzluk artıyor.

 

Bu çelişkiyi açıklaması gerekenler de Müslümanlar.

 

Bir dini, o dinin inananlarını tümden yaftalamak insafsızlıktır ama “Müslüman” etiketini kullananların, bu etiketle zulmedenlerin, öldürenlerin, hırsızlık yapanların önüne geçecek, bu dini onların tasallutundan kurtaracak olanlar da Müslümanlardır.

 

Bunu yapmadıkları, yapamadıkları, kendi dinlerini, dindaş görünenlere karşı koruyamadıkları sürece Müslümanlığın “değerlerini” kimseye anlatamayacaklar.

 

Çünkü benim görebildiğim kadarıyla dünyanın geri kalanı, bundan sonra Müslümanlarla Müslüman görünenler arasındaki ayırımla pek ilgilenmeyecek.

 

Paris katliamı, onların Müslümanlık konusunda insafsız bir yargıya vardıkları olay olarak geçecek tarihe.

 

Bir daha uzun zaman Müslüman dünya ile Hıristiyan dünya arasında bir köprü kurmaya uğraşmayacaklar, özellikle çok umut bağladıkları Türkiye’nin bunu sağlamasını umup da bu konuda hayalkırıklığına uğramaları, Türkiye’nin Suriye’de yaptıkları, “binlerce silah dolu TIR”, IŞİD’in Suriye bataklığında beslenip büyümesi, artık bir köprü kurulamayacağına inandırdı korkarım onları.

 

Ben Batı’nın, Ortadoğu ve Afrika politikalarını tümden değiştireceğini düşünüyorum.

 

Özellikle Ortadoğu’da “BAAS” rejimlerine geri dönüşler başlarsa, “laik generaller” yeniden sahneye çıkarsa hiç şaşırmam.

 

Müslümanlara demokrasiyi kabul ettirmeye uğraşmaktansa Müslümanların demokrat olamayacağına karar verip, bu coğrafyadaki siyasal İslam’ı laik generallerle zapturapt altına almak Batılılara daha avantajlı gözükecektir… Karşı karşıya oldukları tehditi önleyebilmek için ekonomik çıkarlarından bile bir süreliğine vazgeçeceklerini sanıyorum.

 

Yakın bir gelecekte Ortadoğu’da ardı ardına askeri darbelerle karşılaşırsak hiç şaşırmayın.

 

Gidişat o yönde.

 

Türkiye de tehdit altında.

 

Üç günde Şam’a gideceğini sanan, gelişmeleri asla okuyamayan, öngörüsü sıfır olan, kendi ikbal hayalleri içinde boğulmuş bir şaşkınlar sürüsünün Türkiye’ye rota çizdiği bir dönemden geçiyoruz.

 

Ne olup bittiğini anlayamıyorlar.

 

Geminin rotasını kayalıklara çevirip, dümen dolabını da kilitleyip anahtarı suya attılar.

 

Pupa yelken bir belaya doğru gidiyoruz.

 

Güneydoğu’da bir sıkıyönetim zaten adım adım yerleşiyor, baskı, çatışma, ölüm bölgenin her yanında.

 

Ülkede hukuk kalmadı, yargı çöktü, Sulh Ceza Hakimlikleri hukuk dışı bir yapıya dönüştü, fikir söylemek yasak, muhalif olmanın cezası hapishane, şirketlere hukukdışı baskılarla el konuyor, kayyumlar “fikirlerinden” dolayı insanları polis marifetiyle gazetelerden atıyor, televizyonlar kapatılıyor, ekonomi her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor.

 

Ülkenin yüzde ellisi, diğer yüzde elliden nefret ediyor.

 

Ülkeyi böldüler ve yönetemiyorlar… Türkiye, her hukuksuz hamlesiyle biraz daha meşruiyetini kaybeden bir iktidarla iyice yönetilemez hale geliyor.

 

Ülkenin içinde bulunduğu şartlarla, dünyanın içinde bulunduğu şartları yanyana koyduğumuzda kapımızda bekleyen tehlikeyi görmek zor değil.

 

AKP’nin akılsız yandaşları, bu uyarıları “darbeyle tehdit ediyorlar” diye ahmakça avazelerle karşılamak yerine oturup biraz düşünseler kendilerine iyilik yapmış olacaklar… Bir darbeden sonra sokaklarda dolaşacak cemselerin arkalarında sadece “başkaları” değil kendileri de oturacak.

 

Bu sefer, böyle bir olayla karşılaşırsak, bunun ilk ve en büyük hedefi siyasal İslam olacak, bir daha uzun yıllar ağızlarını açamayacak biçimde sakatlayacaklar Müslüman kesimi.

 

Böyle bir gelişme ise ülkenin derinden yaralanmasına yol açacak.

 

Sakatlık iyice içimize işleyecek.

 

İç savaş tehlikesinden, terörden, darbeden nasıl paçamızı kurtaracağız peki?

 

İlk ihtimal, AKP’nin gözlerinin açılması ve gerçekleri görmesi.

 

En zayıf ihtimal de bu.

 

O çapta biri gözükmüyor o kesimde.

 

İkinci ihtimal, CHP ve HDP “kitlelerinin” demokrasi etrafında birleşmeleri, istikrarı ve demokrasiyi gerçekleştirebileceklerine dair bir ümidi bütün toplumda yaratacak bir hareketi başlatmaları.

 

Gerçekçi olursak bu da çok kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmüyor.

 

Bunu, o partilerin yöneticileri isteseler bile kitlelerinden korktukları için gerçekleştiremezler.

 

Zaten, şu içinde bulunduğumuz kritik dönemeçte, bu yazıları siyasilere hitaben, onlardan bir şey bekleyerek yazmıyoruz, daha ziyade derdimizi kalabalıklara anlatmaya çabalıyoruz.

 

Zayıf da olsa, toplumdan böyle bir talep gelir umuduyla anlatmaya çalışıyor benim gibi insanlar yaşadığımız koşulları ve kapımızda bekleyen tehlikeyi.

 

AKP, devleti, toplumu, hukuku bitirdi.

 

Altın varaklı tahtlarda oturup, “tiz kellelerini vurun” türünden emirler vermenin keyfine daldılar, hazineyi soyup, muhaliflerini tehdit etmenin hazzıyla sarhoşlaşmış durumdalar.

 

Bir ellerinde çivili sopaları, bir ellerinde çaldıkları para keseleri sonsuza kadar böyle devam edebileceklerini sanıyorlar.

 

Onlardan beklenecek bir şey yok.

 

Ama toplum son bir kurtuluş hamlesiyle, bütün dünyaya bizim de demokrasiyi benimseyebileceğimizi gösterebilir, böyle bir ateşi yakabilir.

 

Böyle bir umudun ateşini yakabilirsek, sadece kendimiz için değil dünya için de bir umut olabiliriz, bu korkunç “uygarlıklar savaşını” son anda engelleyebilecek bir ülkeye dönüşebiliriz.

 

Bu, huzurun ve zenginliğin yolunu açar.

 

Yapabilir miyiz bunu?

 

Bu toplum yapabilir mi?

 

Bilmiyorum.

 

Ama kayalıklar gittikçe yaklaşıyor.

 

Onu görüyorum.

 

AHMET ALTAN / HABERDAR