Fışkırır Ruh-i Mücerred

Abone Ol

                                                    FIŞKIRIR RUH-İ MÜCERRED

      Ben Hasan, yaşımı tam bilmiyorum ama ninemin dediğine göre büyük harbin başlamasından evvel doğmuşum ve iki yaz öncesi olduğundan emindi. Yarım yamalak ta olsa yaklaşık üç yıldır okula gidiyorum. Öğretmenlerim, benden birkaç yaş büyük ağabeylerim, babam ve dedem şu anda düşmanı topraklarımızdan kovmak için cepheye gittiler. Bu nedenle okullumuz sürekli açık olmuyordu; bazen haftada bir gün bazen ayda bir gün bazen de hesaplayamadığım sürelerde kapalı kalıyordu. Okuma yazmayı çok iyi bir şekilde öğrenemedim, çevremdeki kadınlar da hep okuldan ve öğrenmeden uzak tutuldukları için okuma yazma bilmiyorlardı. Onlardan da ders alıp okuma yazma öğrenmem pek olası değildi. Cepheye gidenlerden haber alamıyorduk, çok ağır yaralılar ve savaşamayacak kadar yaşlı olanlar köye geri dönüyorlardı. Az da olsa onlardan savaşın gidişatı ile ilgili haber almaya çalışıyorduk. Gelenler hep güzel ve olumlu konuşuyorlardı, savaşın bizim lehimize gittiğini ve kısa sürede ülkemizi düşmanlardan kurtarılacağını söylüyorlardı. Köyün tüm kadınları gelenlerin etrafında toplanıp oğlundan, kocasından, babasından ve dedesinden haber almaya çalışıyordu ama gelenler bu konulara çok girmeden hızlıca cevap verip başka konuya geçiyorlardı. Aslında anlıyordum, bilmiyorum ama anlıyordum ve yavaş yavaş sıranın bana geldiğinden de çok emindim. Başıma ve ellerime annem, kısa bir zaman sonra kınalar sürüp cepheye gönderecektir. Ben buna hazırdım ve arkadaşlarımla her gün bu konuyu konuşup gururla sıranın bize geleceği günü bekliyorduk.

        Cepheden gelenlerden birinin elinde bir gazete vardı ve etrafına toplananlara gazetedeki haberleri okuyordu. Gazetenin ön sayfasında ki haber ahaliyi epey heyecanlandırmıştı. Habere göre 1. İnönü Muharebesi kazılmıştı ve Millet Meclisi’nin kararıyla ülkemiz için ‘’Kahraman Ordumuza’’ adıyla yeni bir marş kabul görünmüştü. Bu iki haber, etraftaki her kişi gibi beni de çok heyecanlandırmıştı. Az daha o kalabalığa sokulup olan biteni daha iyi bir şekilde duyabileceğim bir yere geçtim. Haberi okuyan kişi; her iki ayağını savaşta kaybetmiş, savaşın yorgunluğunu her zerresinde bize hissettiren, saçı sakalı birbirine karışmış, elleri çatlamış, üzerinde kim bilir hangi arkadaşının kanının izleri olduğu yamalı kıyafetleri olan kırk yaşlarında gazi bir askerdi. Canlı olan ve bize heyecan veren bir şeyi varsa da o da haberleri okuyunca kulaklarımızı esir alan sesi ve heyecanını okuduğumuz gözleriydi. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, büyük bir başarı örneğini gösterip düşmanı bu muharebede yenmeyi başarmışlardı.

       Millet Meclisi’nin verdiği bir kararla, ordumuza ve milletimize moral ve heyecan versin diye bir marş yazma yarışması düzenlenmiş ve bu yarışma sonucunda Mehmed Ragif ‘ın kaleme aldığı Kahraman Ordumuza adlı marş kabul görülmüştü. Gazeteyi okuyan kişiye, etraftaki insanlar rica ettiler; kabul görülen marşı okusun diye. Çok büyük bir heyecanla kendini toparlayan Gazi Asker, belki ayaklarının olmadığı unutmuş olmalı ki ayağa kalkmaya kalkıştı ama olmadı, parlayan gözlerinden bir damla gözyaşı döküldü, olduğu yere büzüldü kaldı. Bu güzel marşı ayağa kalkıp tüm heyecanıyla bağıra bağıra okumak istediğini o kadar iyi anlıyordum ki. O esnada hepimiz onun o kopan bacakları, ağlayan gözleri ve titreyen elleri olduk. Gazi Asker, marşı bizlere heyecanla ve yakın uzak herkesin duyabileceği yüksek sesle okuyup bitirdi. Benim tüylerim diken diken oldu ve benim en çok hoşuma giden, pek anlamını bilmesem de şu kıta oldu:                                                                                                                                      O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;                                                                                                                          Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,                                                                                                                       Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;                                                                                                                                   O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

      Gazi Asker’in okuduğu haberlere bakınca Mehmed Ragif e bu marş için ödül olarak bir miktar para verilmek istenilmiş ama o kabul etmemiştir. ‘’Milletimiz ve ordumuz için yazdığım bu marşın maddi bir karşılığı olamaz ve bu marş benim değil milletimin malıdır.’’ Demiş. Zorlada olsa verilen parayı almış ama kendisi için kullanmayı uygun görmemiştir. Bugünlerde sokaklarda sürekli gördüğümüz Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne bağışlamıştır. Ülkemizin herhangi zor bir zamanında yardıma koşan bu cemiyeti ben de çok iyi biliyordum. Çünkü büyüklerim hep bu Cemiyetten bahsederlerdi. Elinde avucunda nesi varsa birazını bu Cemiyete bağışlarlardı ki ben de arkadaşlarımla birlikte bayram zamanı sokak sokak dolaşıp Cemiyet için deri toplardık. Savaşta ya da doğal afetlerde bu cemiyet zorda kalan insanlara çadır, yemek, kıyafet, kan gibi zorunlu ihtiyaçları BEDAVA karşılardı. Her kesin çok güvendiği bu kuruma Mehmed Ragif te kazandığı parayı gönül rahatlığıyla bağışlamıştır. 

‘’O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!’’ M. Akif Ersoy

                                                                                                                  Ercüment ZÜNGÜR