YAREN SU KATIK/ŞEHRİVAN HABER  - Urartular'ın yüzyıllar boyunca hüküm sürdüğü Van'da onlarca yıl devam eden Urartu Çalışmaları'nın önemli isimlerinden birisi olan Doç. Dr. Erkan Konyar, kent ve Urartuları sahiplenme ile ilgili çarpıcı değerledirmelerde bulundu.

Gazete Duvar'a konuşan ve kentin Urartu'yu sahiplenmesi ile ilgili değerlendirmeler paylaşan Konyar, dikkat çeken sözlere yer verdi. Adını Urartu başkenti olan Tuşba'dan alan ilçenin bile yanlış konumlandırdığını söyleyen Konyar, "Urartu'nun Van'a yansı(ma)ması" başlıklı yazısında birbirinden önemli konulara dikkat çekti.

Türkiye'nin en iyi 20 yemeği listesi belirlendi! Listenin ilk sırası şaşırttı Türkiye'nin en iyi 20 yemeği listesi belirlendi! Listenin ilk sırası şaşırttı

İşte Konyar'ın Van ve Urartu ile ilgili o değerlendirmeleri:

Urartu Krallığı’nın başkenti Tuşpa (Van Kalesi), aslında 7 bin yıllık yerleşme tarihi olan eski bir kent. Bugün uluslararası Van Havaalanı’nın arazisi içinde kalmış olan Tilkitepe Höyüğü, Urartu başkentinin de yer aldığı Van Ovası’nın tarihini günümüzden 7 bin yıl öncesine kadar götüren kalıntılara sahip. Höyükte 20. yüzyılın başında yapılan arkeolojik kazılarda, Halaf çanak-çömleği tespit edildi. Bu boyalı çanak-çömlek sayesinde Tilkitepe, Mezopotamya’nın Kalkolitik Dönem Halaf Kültürü’nün en kuzeydeki merkezi olarak gösterilir. Tilkitepe’nin yanında Van kayalığına paralel olarak uzanan bir diğer höyük olan Van Kalesi Höyüğü’nde ise geniş bir alana yayılan İlk Tunç Çağı yerleşim katmanları tespit edildi.

KRALİ HAFIZANIN MERKEZİ: BAŞKENT TUŞPA

MÖ 9. yüzyılın başlarından itibaren Van, Urartulara başkentlik yapar ve giderek büyüyen bir krallığın merkezi olur. Van kayalığının batı ucundaki Sardurburç/Madırburç üzerindeki yazıtlarda Urartuların ilk kralı I. Sarduri, kendini Nairi ülkelerinin kralı ilan eder. Yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki traverten ve kireçtaşı bloklardan inşa edilen bu anıtsal platform üzerindeki yazıtlarda I.Sarduri, söz konusu yapıyı oluşturan anıtsal blokların Alniunu isimli krali bir kentten getirttiğini bildirir. Yakın dönemde bu traverten bloklar üzerinde yapılan petrografik analizler, taşların getirildikleri yerin Edremit bölgesindeki traverten yatakları olduğunu göstermiştir. Van kayalığı belli ki krallığın yıkılışına kadar başkentliğini devam ettirdi. Urartu krallarının çivi yazısı ile yazılmış yıllıkları ve çok odalı kaya mezarları buradadır. Yani başkent Tuşpa (Van Kalesi) ve yakın çevresi bir nevi krali hafızanın merkezidir.

URARTULARIN KÜLTÜREL MİRASI NE KADAR SAHİPLENİLİYOR?

Urartulardan günümüze ulaşan saray ve tapınak gibi anıtsal yapıları barındıran güçlü kaleler, bu muhteşem krallık hakkında bize bilgiler sunar. Bronzdan yapılmış, üzeri figüratif bezemeli kazanlar, kalkanlar, kemer ve takılar etkileyici bir sanat anlayışını gösterir. Ancak günümüzden yaklaşık 2 bin 800 yıl önce hem mimari hem de sanatsal anlamda ileri bir seviyeye ulaşan bu krallığın kültürel mirası günümüzde ne kadar sahipleniliyor? Bugün 1 milyonu aşan bir nüfusa sahip modern Van kentinin batısındaki başkent kalıntılarından kentin sakinleri ve yöneticileri ne kadar haberdar? Açıkçası Eski Yakındoğu’nun en becerikli kaya işleme ustalarının, mimar ve mühendislerinin inşa ettiği Urartu mimari ve sanatsal üretimine dair herhangi bir izi, kalenin eteklerine kadar uzanan modern Van kentinde göremezsiniz. Aslında şehir kör ve dilsizdir Urartu’ya karşı. Öyle ki adını Urartu başkenti Tuşpa’dan alan ama “Tuşba” olarak yazılan merkez ilçenin sınırlarına Tuşpa dahil edilmemiştir. Öyle bir özensizlik…

Bugün Eski Van denilince kalenin güneyinde uzanan surlarla çevrili, eski yapı kalıntılarının ve cami minarelerinin siluete hakim olduğu bölge gösterilir. 19. yüzyılın ortaları ve 20. yüzyılın başlarında bölgeyi ziyaret eden birçok seyyah şehrin tanımını yapmış, gravürlerine yansıtmış, son dönemdeki gezginlerden bazıları da fotoğraflamıştır. Çifte surla çevrili Eski Van, Orta Çağ kentlerinin kuruluş şemasını yansıtır. Taş döşeli dar yollar üzerinde kerpiçten yapılmış, iki katlı, avlulu, düz damlı evler yerleşim karakterine hakimdir. Yolların kesiştiği meydanlarda da genellikle cami veya kiliseler ile han, hamam, çarşı gibi kamusal yapılar yer alır. Bilinenin aksine Van, salt 20. yüzyılın başındaki etnik çatışmalardan dolayı terk edilmemiştir. Daha 19. yüzyılın sonlarından itibaren kent, nüfus olarak seyrekleşmeye başlar ve Bahçeler Bölgesi’nde, bugün modern Van’ın kurulmuş olduğu alanlarda yeni yerleşimler oluşur. Eski Van’daki surların, camilerin ve kiliselerin 19. yüzyılın sonlarında bakımsızlıktan harap halde olduğunu görürüz. Varlıklı aileler kuzeydoğuda sulak, derelerin beslediği topraklara taşınır. Eski Van artık ıssızlaşarak yoksul ailelerin kaldığı bir bölgeye dönüşür.

Topkapı Sarayı’nda bulunan ve 16. yüzyılda Van’ı resmettiği düşünülen minyatür.

VAN’IN KENDİ BENLİĞİNDEN ‘KOPUŞ’ SÜRECİ

Eski Van’da yer altı sularının yükselmesi, salgın hastalıklar ve surlarla çevrili alanın artık yapılaşmaya uygun olmaması, havası ve suyu iyi olan bugünkü/modern Van’ın kurulduğu Bahçeler Bölgesi’nin cazibesini artırdı. Eski Van, bir nevi çarşı pazar, iş yerlerinin korunduğu bir ticari alana dönüştü. Van’ın aslında kendi benliğinden kopuş süreci de bu tarih ve olaylar süreciyle doğrudan ilintilidir. Kent aslında belleğinden koparıldı ve geçmişinin zenginliğinden de uzaklaştı. Orta Çağ boyunca işlek bir kent olan Eski Van şehri, 1914-1919 yıllarındaki savaş ve kaotik süreçte tamamen terk edildi. Savaş ve ölümlerden kurtulan nüfusun kurduğu yeni Van kenti, kaleden ayrı adeta belleğinden de koparıldı. Yeni yerleşim ile birlikte geçmişten gelen dini, etnik, kültürel birçok zenginlik yitirildi. Orta Çağ’dan itibaren gelen bu mirasın yanında çok daha eskiye dayanan Urartu tapınaklarını, surlarını, bronz kazanlarını, üzeri işlemeli o alımlı kemerlerini, takılarını üreten hafızanın estetik kaygılarından hiçbirini taşımaz şehir. Olabildiğince bu gerçeklikten bilinçli bir şekilde kopmaya, koparılmaya çalışılmıştır.

Şehir merkezinde birkaç tabeladaki Urartu ismi dışında, hiçbir yerde anılmaz sanki. Bazen defineci hikâyelerinin ağırlıkta olduğu zenginlik hayalleri, eski eser talanı üzerine kurulmuş bir hatırlanma! Urartuların altınlarının peşinden giden nice kaybedilmiş hayat... Aslında Urartulara dair halk arasında bir farkındalık var ama kamusal alanda vücut bulmuş hali yok. En azından Urartu’nun başkentliğini yapmış bir yerde bunun hatırasına saygının gereği bir meydan, bir anıt olması gerekmez mi? Fakat Van’daki meydanlarda ancak inci kefali, semaver, Van kedisinin heykellerini görebilirsiniz! Bir merkez ilçe belediye başkanına Urartu teması taşıyan bir anıt heykel yapılması gerektiğini ifade ettiğimde, “Çok eleştiri alırız, inançlarımıza aykırı bir durum olarak yanlış algılanır” demişti. Sanırım Eski Yakındoğu/Mezopotamya kültürlerini, modern Ortadoğu ulus devletlerinin kamusal alanlarda yok sayması tam da bu gerekçeye dayanıyor: Dini ve etnik nedenler.

Van Kalesi kazılarına başkanlık ettiğim zamanlarda Urartu Arkeoparkı yapmak için çok çaba sarf ettik. 2019’da seçilmiş Belediye Başkanı Bedia Özgökçe konuyla yakından ilgilendi. Ama görevden alınıp yerine kayyım atanınca arkeoloji adına yaptığımız işbirliği bile cezalandırıldı. Van kazısı ruhsatımız iptal edildi. Genellikle yönetmelik ihlali, bilimsel olmayan uygulamalar, bütçe sorunları, yolsuzluk gibi gerekçelerle kazı ruhsatı ya da izni iptal edilir. Ama benim kazı ruhsatımın iptal edilme sebebi, görevden alınan bir belediye başkanının kazıyla ilgili tweet'lerini retweet etmemdi!

URARTU EKOLÜNÜN OLUŞMASINDA İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NİN MİSYONU

Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi, kurulduğu 1967 yılından beri Urartu tarih ve arkeolojisi için Van’da önemli bir misyon yüklenmişti. Urartu’dan yolu geçen araştırmacıların en önemli durak noktasıydı. Prof. Dr. Afif Erzen’in Çavuştepe ile başlattığı bu süreç Taner Tarhan’ın Van Kalesi kazıları, Veli Sevin’in Karagündüz ve Altıntepe kazıları, Oktay Belli ’nin Anzaf ve Yoncatepe kazıları ile devam etti. En son İstanbul Üniversitesi adına Eski Van Şehri, Eski Van Kalesi ve Eski Van Höyüğü kazılarını 10 dönem boyunca yürüttüm. Araştırma merkezi sadece İstanbul Üniversitesi personeline değil Urartu çalışan birçok yerli ve yabancı bilim insanına kucak açtı, kazı araç gereçleri noktasında destek verdi. Urartu ekolünün oluşmasında önemli bir misyon üstlendi.

Aynı zamanda İskele Caddesi üzerindeki durağa da ismini vermişti: Araştırma. Araştırma Durağı’nın ardında duvarlarla çevrili geniş bahçesindeki iki bina, Van halkı için bugün dahi gizemini korur. Bu durakta inen, çoğu zaman üstleri toz toprak içinde olan insanlar demir kapının ardından gizemli bir biçimde kaybolurdu. Çoğu zaman duvarlara çıkan mahalleli çocukların meraklı ve şaşkın bakışlarının odağı olurduk. Mahallenin bakkalı, manavı ve fırını işimizin niteliğini bilirdi, yılın bu zamanlarının gelmesini büyük bir heyecanla beklerlerdi.

“Van’ın sahibi yoktur” cümlesi Vanlılar tarafından sıklıkla kullanılır. Gerçekten de Van Gölü Havzası’na sahip olduğu doğal ve ekonomik avantajlara rağmen yeterince sahip çıkılmadı, kaynakları değerlendirilemedi. Aslında MÖ I. binyılda bölgeyi görece Yakındoğu standartlarında refah seviyesine yükselten bir kültüre ve onun maddi kültür kalıntılarına da aynı şekilde kayıtsız kalındı. Düşünün, sizden 2 bin 800 yıl önce Urartular ülkeye yazıyı getirmiş, yüksek ve sağlam binaları inşa etmişler. Ama siz ovanın ortasında 10 katlı çirkin ve dayanıksız binalar inşa etmişsiniz. 2011 yılı depremi ve yarattığı o dehşet görüntü en azından evleri nerelere yapmamız, nerelere yapmamamız gerektiği konusunda Urartu’dan hiç ders almadığımızı gösteriyor.

Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, Urartu’nun estetik kaygılarını taşımayan şehrin aksine, toplumsal bellek derinlerde içten içe devam ediyor. Bugün bölgede devam eden yeme içme, giyim kuşam alışkanlıkları, efsaneler, inançlar Urartu ve daha öncesine uzanan derinlikten gelir, beslenir. Örneğin Urartu inanç sistemiyle ilişkili görülen Hazine Piri Kapısı, Meher Kapı, Analıkız gibi açık hava kutsal alanları, ana kayaya açılmış kapılar gibi anıtsal mekanlar ve yapılar, Ermeni, Kürt, Türk topluluklarının inançlarına yeni anlamlar yüklemiştir. 19. yüzyılın ortalarında Van Kalesi’nde ilk kazıları yapan Layard, “Khazana Kapousi” (Hazine Kapısı) olarak adlandırılan Analıkız Kutsal Alanı’nda da kazı ve araştırmalarda bulunur. Layard notlarında, buranın Hıristiyan ve Müslümanlar için hâlâ kutsal olduğunu vurgular. Efsaneye göre bu kapıların altında, içinde hazinelerin bulunduğu salonun girişini kapatan ve alev kılıçları bulunan cinler tarafından korunan demirden bir kapı vardır. Kapıyı sadece geceleri ejderha tarafından korunan yazıtın içindeki sihirli sözcükler açabilir. Gün ağardığında ejderha, mağara yakınındaki deliğine gider. İşte aynı hikâye Kale Mahallesi’nin yaşlıları tarafından hâlâ anlatılır. Hatta beni birçok defa uyarmışlardır, “Hocam hazineyi veya kale kapısını yanlış yerde arıyorsunuz” diye…

URARTU’YU KAMUSAL ALANDA NEDEN GÖREMİYORUZ?

Urartu’yu kamusal alanda yeterince görmememizin nedeni, sanırım kente 2-3 yıllığına gelen idareciler ve kaldıkları süre boyunca konuyu dahi anlayamadan görev yerlerinin değiştirilmesi. Bu durum, bölgede kazı ve bilimsel çalışmalar yapan araştırmacılar için de çoğunlukla kabusa dönüşür. Yöneticiler restorasyon, ayağa kaldırma, ihya peşindedir. Mesela Eski Van şehri sürekli ayağa kaldırılmaya, canlandırılmaya çalışılır. Yazdığımız raporlarda bunun mümkün olmadığını belirtiriz. Çünkü “ayağa kaldırmak” gerçekçi değildir. Ama kentin idarecilerinin sürekli bir ayağa kaldırma, Eski Van’ı canlandırma hayali vardır. Kültür ve turizm bürokrasisinin de işine gelir bu durum, zira projeler zaten hazırdır!

Oysa merkezi idare ve yerel idarenin asıl motivasyonu definecilik, eski eser tahribatı ve kaçakçılığını önlemeye dönük olmalı. Sanırım Doğu Anadolu, kaçak kazıların, basit defineciliğin en fazla yapıldığı bölgelerden birisi. Yani neredeyse her köyde, civardaki eski kalıntıları kazan ve bunu oldukça normalleştiren kişiler veya gruplar var. İşte bu yaklaşım en büyük tahribatı oluşturuyor. Urartu nekropollerinde özgünlüğünü koruyan alan neredeyse kalmamış durumda. Çoklu gömülerin yapılmış olduğu mezar odalarındaki ölü hediyelerinin daha yoğun olması, definecilerin bu alanlara daha çok yönelmesine neden oluyor. Urartu kale yerleşmeleri de daha organize ekiplerin talanı altında. Bunun son örneği, halen devam eden Ayanis kazılarının hemen yanı başındaki Garibin Tepe’dir. Haber kanallarında 40-50 metre uzunluğunda yerin 5 metre altına açılmış geniş tünellerin görüntülerini izledik. Urartu’nun o eşsiz duvar resimlerine belki de hiçbir arkeolog bu derece canlı renkleriyle rastlamayacaktır. O kadar nadir…

Doğu Anadolu Bölgesi’nde arkeoloji de Urartu çalışmaları da ne yazık ki güncel politik gerilimlerin ve korkuların kurbanı olmaya devam ediyor. Çünkü Van’da Urartu’nun görünürlüğü ve tanınması halktan çok muktedirlerin uygun gördüğü orandadır. Aslında bu yaklaşım Anadolu’nun diğer bölgelerinde de pek farklı değil. Bilimsel çalışmalar yanında bu hassasiyetin, farkındalığın arttırılması için de özel bir çaba harcamak gerekiyor sanırım…

Editör: Ömer Aytaç Aykaç