Ekmek ve Su

Abone Ol

                "Hep sahip olamadıklarımızın farkında oluruz, sahip olduklarımızı gözümüz görmez."

Schopenhauer

Çocukluğumda kardeşlerimle hem okuyup hem de çalışırdık. Okuldan çıkınca karnımız aç bir şekilde ustaya gider, mevsimine göre 3-5 saat ustanın yanında kaldıktan sonra yarım saat mesafedeki eve yollanırdık. Bazı günler eve yollanırken usta bize para verip yolumuzun üstündeki evine ekmek alıp bırakmamızı söylerdi. Paramız olduğu günlerde kardeşimle beraber çeyrek ekmek satın alıp eve ulaşıncaya kadar gıdım gıdım yerdik. Paramız olmadığında ise -ki çoğu zaman olmazdı- ustanın evine aldığımız ekmeğin kenarlarından taşan fazlalıkları belli olmayacak şekilde koparıp ağzımızda uzun süre çiğnerdik. Bu yaşıma geldim (61) o ekmek kırıntılarının tadını hâlâ unutamadım.

            Ünlü filozof ve devlet adamı Benjamin Franklin’in biyografi kitabında ibretlik bir olay anlatılır: “Bir okuyucu, genç yayıncıdan bir yazısını Gazetesinde yayımlamasını istedi. Ancak Franklin yazının "küfür ve hakaret dolu" olduğunu gördü. Franklin, müşterinin parasını alarak ilkelerini çiğneyip çiğnememe konusunda bir karara varmaya çalışırken, kendisine şöyle bir test uyguladı:

            Bu yazıyı basıp basmama konusunda bir karar vermek için akşam eve gittim. Fırından aldığım iki penilik ekmekle tulumbadan çektiğim sudan oluşan akşam yemeğimi yedim. Sonra koca paltoma sarınıp döşemeye uzandım ve sabaha kadar uyudum. Sonra da kalkıp ekmek ve bir fincan suyla kahvaltımı yaptım. Bu diyetten hiç rahatsızlık hissetmedim. Böyle de yaşayabileceğimi gördüm ve daha rahat yaşamak uğruna gazetemin namussuz amaçlar ve benzeri suistimaller için orta malı gibi kullanılmasına izin vermeme kararı aldım.”

             Evet, Benjamin Franklin’ in bu testini hayatımıza aktarabilirsek çoğu sorun kendiliğinden çözülür.

Bazen gayri ahlaki davranışlar sergilemeden de kendimizi sıkıntıya sokarız. Kredi kartları ve kredi kartına taksit olayı ortaya çıktıktan sonra kontrolü kaybettik. Kredi kartındaki limiti adeta kendi paramızmış gibi gördük. Ertelenebilir ihtiyaçlarımızı ertelemeyip karta taksit yaptırdık. Kredi kartı limiti dolunca başka bir karta yöneldik. Böylece hayatımızı ‘ipotek’ altına soktuk.

          Geçmişte hiç beklenmedik bir yaşam riski atlattım. Sakinleşince şöyle düşündüm; bütün mevkiler, makamlar ve varlıkların tamamı ne kadar da boştur. Biriktirdikçe biriktiriyoruz. Biriktirdikçe içimizi hırs kaplıyor, haramı helale katıyor ve nasıl gelirse gelsin, yeter ki gelsin moduna giriyor, böylece maalesef kaybedenler sınıfına giriyoruz. Benim yaşadığım durumu yaşamadan da bunları düşünebiliriz. Kendi kendimize soralım; bir saat içinde ölmeye hazırlıklı mıyız? Sanırım fıtrat gereği olumlu cevap veremeyeceğiz. Peki, şimdi ölmeye hazır mıyız?

Unutmayalım ki ölüm randevu vermez.