(AŞKIN YAZARI: MEVLANA CELALEDDİN RUMİ)
Her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında Mevlana'nın Şeb-i Arus yani Kavuşma Gecesinin yıl dönümü olarak anma programları yapılır. Mevlana'nın deyimiyle Düğün Gecesi olan bu gece için kutlamalar ve sema törenleri yapılıyor.
Ben de hem Mevlana hem de onun Rabbine Kavuşma Gecesi için bildiklerimi, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Mevlana'yı anlatmak için kendimi şöyle bir yokladığımda arayıp bulduğum her sözcük yetersiz geldi. Çünkü benim yapacağım, küçük bir taneciği alıp madene götürmekten, bir damla suyla bir okyanusu anlatmaya çalışmaktan öte gitmeyecekti. Bu yüzden umman karşısında katre kalan sözlerimi mazur görün.
Mevlana, Afganistan’ın Belh şehrinde 1207 yılında doğmuştur. Anadolu Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubat’ın davetini kabul ederek ailesi ile birlikte henüz küçük yaşta iken Konya’ya gelmişlerdir.
Şemsi Tebrizî’den aldığı tasavvufi terbiye ile olgunluğa ermiş, Enfusi metotla zikir ve evradını icra etmiştir. En meşhur eseri Mesnevî ve Fîhi Ma Fih adlı eserleridir. Mevlana Farsça yazan ve konuşan, bilcümle aleme hitap eden bir tasavvuf geleneğinin önderidir.
Mevlana, hayatını Hamdım, piştim, yandım kelimeleri ile anlatırdı.
Yukarıda hayatını özet bilgilerle sizlerle paylaşmaya çalıştığım Hz. Mevlana'yı zaten tanımayanımız, hatta sevmeyenimiz yok gibidir.
Yok gibidir diyorum, çünkü her şey zıddıyla vardır. Bundan dolayıdır ki, bal sirke ile görünür.
Tanıdığımız herkesi biliriz ama varlığını bildiğimiz herkesi gerçekten tanıyamayız.
Mevlana Celaleddin Rumi, yüzyıllardır içimizde olmasına rağmen, tüm yönleriyle tanımadığımız için hepimiz kendi bulunduğumuz açıdan tanıyoruz onu.
Kimimiz şair, kimimiz filozof, kimimiz alim, kimimiz de ilahiyatçı olarak tanıyoruz. Gerçi son zamanlarda onu ajan olarak da tanıtmaya çalışanlar var. O konuya sonra değineceğim.
Sevip sevmeme konusuna gelecek olursak; Mevlana gibi büyük bir mutasavvıfın tabiki çağından yüzyıllar sonra bugün bile milyonlarca seveni vardır. Geçmişte vardı, bugün var, gelecekte de olacaktır eminim. Sevenleri var dedik de, yok mu sevmeyen ? Elbette ki var. Her şeyin varlığı zıddında gizli.
Mevlana Hazretleri eserlerini genelde Farsça ile yazmıştır. Bu nedenle onu İran'a yakın olmakla suçlamışlar. Hatta bu yüzden Türk olamaz diyen tarihçilerimiz var.
Şems-i Tebrizi ile aralarındaki muhabbeti, dostluğu büyük art niyetlerle halk arasında yayan grubun ahlaksız fikirleri, maalesef hala bazılarının düşüncelerini besliyor.
Yine Mevlana-Şems birlikteliğiyle ortaya çıkan Sema ve Raks ( kendi etrafında dönme) ayinlerine de başka başka anlamlar yüklenmiş ve eleştirilere maruz kalmıştır.
Gelelim yukarıda sonra değinirim deyip yarım bıraktığım konuya.
Mevlana Moğol casusu muydu?
Bu soru, ilk duyduğumdan beri benim gerçekten içimi yakan bir iddia.
Mevlana Celaleddin bizim için tek başına kültürel bir miras. Benim büyük bir iftira olarak gördüğüm, araştırmalarımla da içimi rahatlattığım iddiaların altında neler yatıyordu? Sebebi ne olabilirdi?
Bu sorulardan hareketle biraz tarih sayfalarını çevirip 7 yüzyıl öteye, Hz. Mevlana dönemine gittiğimde, tarihin seyrinde önemli değişimler meydana getiren Moğollar çıktı karşıma.
Moğollar, Anadolu topraklarına gelene kadar geçtiği yerlerde ağır tahribatlar vererek ilerlemiştir. Anadolu'da da Konya'ya gelene kadar yine bir sürü önemli şehri yakıp yıkmış, halka da her açıdan büyük zararlar vermiştir. Ne oldu Konya'ya gelince? Bu saldırgan kavim Konya'da Mevlana ile karşılaştıklarında ona hürmet göstermiş. Mevlana Celaleddin de onlara karşı hoşgörü ile muamele etmiş. Zaten aksini yapsa Mevlana olamazdı. Bu hoşgörü köprüsü anti-Mevlana düşünceli olanlar için bir fırsat olmuş. Mevlana Moğol ajanıdır demişler. Günümüzde de buna yaslanan bazı tarihçiler, Mevlana için devrinin fetösüdür diyorlar. Ne diyeyim insaf!
Tarihi bugünün şartlarıyla değerlendirmek elbette ki hata olur. O günün şartlarını göz önüne alıp bir yorum yapacak olursam şöyle derim: Hazretin takındığı tavır, hem bu yakıp yıkan Moğolların Anadolu'ya ve İslam alemine daha fazla zarar vermemesi için hem de Türkler gibi gelenekleriyle İslam dinine yakınlıkları bulunan Moğolları İslam dinine davet edebilmek için zemin oluşturmakla ilgilidir.
Bütün bunlardan ne anladığımı da söyleyeyim. Taş meyveli ağaca atılıyor.
Bölge olarak Konya'ya yakın olduğum için, Mevlana ile çocuk denecek yaşlarda tanıştım. Anlatılanlardan hareketle Mevlana Konya'nın incisiydi. Büyüdüm, okudum, öğrendim ki hem milletimizin hem kültürümüzün incilerinden biridir.
Mevlana Celaleddin Rumi dilinden Şems için yazılmış ve Yılmaz Erdoğan'dan dinlemenizi tavsiye ettiğim şiiri sözü tamam etsin istiyorum. O zaman Mevlana söylesin söz güzelleşsin…
ETME
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
Mevlana ile ve huzurla kalın.