Devlet, vatandaşın eğitimi, sağlığı ve ekonomisiyle ilgilenmek durumundadır. Peki bu konuda devletimiz bir “aferin” hak ediyor mu? Elimizi vicdanımıza koyalım ve bir değerlendirme yapalım.
Daha düne kadar sağlık tam bir rezalet içinde, paldır küldür giderken hükümet yaptığı ciddi bir müdahaleyle iyi bir duruma getirdi gibi, öyle ki hükümeti eleştirmek isteyenler, sağlık alanında sıkıntı var diyerek atıp tutuyorlar. Fakat eleştirileri pek tutmuyor, vatandaş geneli halinden memnundur.
Ekonomi maalesef vatandaşı ac mıdır, tok mudur umurunda bile olmayan eski devlet, Rahmetli Özal zamanında “fakir, fukara fonu” kuruldu hasbel kadar muhtaç vatandaşlara el uzatıldı ve bu hükümet zamanında “Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı” adını alarak nisbeten bir adım ileriye çıkarıldı, fakat yeterli değil sanırım buraya ayrılan pay bütçenin %1-2 aralığında kalıyor.
Eğitime gelince maalesef bu konuda hiç de kayda değer bir başarı elde edilmedi. Çünkü öğretmen yetiştirme tarzımız doğru değildir. Müfredatımız dinimizle, kültürümüzle, tarihimizle hatta dilimizle bile barışık değildi. Türk Dil Kurumunun kelimelerin sonuna b ve d harflerinin getirilmeyişi kimi kelimelerin canını aldı. Hamid’in Hamit, Ferid’in Ferit olması gibi.
Her Müslüman için önemli bir kitap olan Kur’anı Kerim ve Hz.Muhammed(SAV)’in hayatı eğitim müfredatından uzak tutuldu. İyi bir aile profili, örnek aile İslam’la bağdaştırılmaktan çekinildi. Öyle ki Din kültürü dersinde örtülü bir anneyi dahi örnek alile fotoğrafında gösteremedik.
Bu hükümet zamanında müfredatta nisbeten iyileştirmeler oldu ama sağdan soldan birileri tahammülsüzlükten dolayı hükümete saldırıyor. Düşünebiliyor musunuz binlerce Müslüman evladının olduğu bir okulda mescit bile yoktu.
2000’li yıllarda Yeditepe Üniversitesi yüzlerce öğrenciyi iki gün misafir etmişti, rehber öğretmenler arasında ben de vardım. O devasa kampusun içinde mescit bulamayınca sormadan edemedim; “Nerede bu kompleksin mescidi” diye, tanıtımdan sorumlu prof. Hanım efendi afalamıştı beklenmedik bir soru olunca, birileri oradan müdahale etti, “ibadet kul ile Allah arasında bir şey üniversiteyle ne alakası var” demişti. Halbuki İslam hiç de öyle hayatan kopuk bir din değildi ama insanlar bildikleri kadardırlar maalesef. Hele -bir düşünün hangi üniversiteden kaç öğrenci dağa gitmiştir. Örneğin Fırat üniversitesi üzerinde bir araştırma yapalım. Derdimiz büyüktür Kardaş, en küçük sorunumuz PKK sorunudur desem inanın.
Maalesef öğretmen yetiştirmede ve mesleğin kalitesini arttırmada bir başarı elde edilemedi. Öğretmenlerin kahır ekseriyeti parası kadar sözüm ona öğretmenlik yapıyorlar. Halbuki bu mesleği dünya ölçülerine getirmek lazım, yarı sözleşmeli hale getirerek başarısız öğretmenleri meslekten uzaklaştırmak lazım, bunların yetiştirdiği defolu vatandaşlar toplumun başına bela oluyorlar.
Ayrıca diyanet de sürekli eğitimin bir parçasıdır, camileri eğitim amaçlı kullanmak lazım, namazdan namaza camilerin matal olması da bir kusurdur. Diyanet başarılı İmam-Hatiplerini görevlendirerek yetişkin kimseleri aydınlatmaları lazımdır.
Bu gün vatandaş, kavga kargaşa çıkarıyorsa yerleşim biriminin yöneticileri, emniyet mensupları, belediye reisleri, diyanet ve eğitim kurumları bu sıkıntının paydaşlarıdır. Eğer bir yerleşim biriminde huzur ve sükunet selam ve dua varsa halk halinden memnun ise yine aslan payı bu kurumlarındır diye düşünüyorum. Bir araştırmaya göre dünyada ekonomik sıramız 17.büyük ekonomi ise de insan niteliği açısında 174.sıradayız.
Peki bu durumda devletimiz bir “aferin” hak ediyor mu? Buyurun takdir sizin.