Çıkışı zor bir çatışma

Abone Ol

Taraflar bilhassa Suriye üzerinde asgari bir mutabakata varmadıkları müddetçe çatışma çatallanacak ve barışı tesis etmek güçleşecek.

Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanıp İçişleri Bakanlığı'na sunulan rapor, 7 Haziran'dan sonra işaret fişeği çakılan ve 22 Temmuz'dan itibaren bölgeyi yangın yerine çeviren çatışmaların nelere mal olduğunu gözler önüne seriyor. Rapora göre, 7 ile bağlı 17 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağından toplam 1 milyon 300 bin kişi etkilendi. Başta Diyarbakır-Sur, Mardin-Nusaybin ve Şırnak-Cizre olmak üzere 100 bine yakın kişi göç etti. 783 kamu kurum ve kuruluşunda büyük çaplı hasar oluştu. 19 okul yakıldı. 7 bin kişi uğradıkları zararlarının karşılanması için valiliklere başvurdu.

HDP Kriz Masası'nın 22 Aralık 2015'te geçtiği bilgiye göre, çatışma döneminde hayatını kaybeden çocuk sayısı 54. İnsan Hakları Derneği'nin 10 Aralık 2015 tarihli verilerine göre toplamda dört yüze yakın PKK'li, asker ve polis ile 332 de sivil vatandaş yaşamını yitirdi.

Bilanço, elbette bunlarla sınırlı değil. Kentler yıkılıyor. Tarihi eserler yok ediliyor. Dükkanlar kapanıyor. Zaten yoksulluğun dibindeki insanlar hayata tutunmalarını sağlayan işlerini kaybediyor. Ölüm sokaklarda kol geziyor. Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek herkes aç bilaç yollara dökülüyor. Coğrafyada onulmaz yaralar açılıyor. Yani hangi tarafa başınızı çevirirseniz çevirin, sadece ölüme, kana, gözyaşına, acıya ve eleme tanık oluyorsunuz.

Çatışmaların sebebi

O halde sormak lazım: Neden? Bütün bir toplumsal hayatı alt üst eden bu çatışmanın sebebi ne? Tam da barış umutlarının yükseldiği bir dönemde sonu belirsiz karanlık bir savaşı başlatan ne olabilir?

PKK ve HDP'ye göre, çatışmaları başlatan en önemli faktör Dolmabahçe Mutabakatı’nın hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmesi. Oysa bunun gerçeklere tekabül etmediği açık. Son dönemlerde her şey gibi Dolmabahçe Mutabakatı da araçsallaştırıyor, her bir taraf onu işine geldiği gibi okuyor ve yansıtıyor. Gerçekte Dolmabahçe Mutabakatı'na Kandil de, HDP de sahip çıkmadı. Aksine hem Kandil hem HDP onu itibarsızlaştırdı. Ne zaman ki Erdoğan, Dolmabahçe'yi doğru bulmadığını, ortada masanın da mutabakatın da olmadığını söyledi -ki o da baştan aşağı yanlıştı- ondan sonra Kandil ve HDP Dolmabahçe'ye değer atfetmeye başladı. Dolayısıyla PKK ve HDP'nin çok da itibar etmediği Dolmabahçe'nin reddi bu olup bitenlerin gerekçesi olamaz.

Dolmabahçe'yi bırakıp özerkliğe bakalım. Acaba çatışmaların ardında özerkliği veya özyönetimi hayata geçirme düşüncesi mi var? Bu da pek akla yatmıyor doğrusu. Nihayetinde özerklik veya özyönetim, merkez ile yerel arasında yetki devrini içeren ve merkezle uzlaşmayı gerektiren bir modeli ifade ediyor. Böyle bir modele ulaşmak için ise hendek kazmak, barikatlar kurmak ve savaşı şehirlere taşımak gerekmiyor.

Özerkliğin ya da özyönetimin muhtevası bile belli değil. Demokratik Toplum Kongresi'nin son olağanüstü toplantısında birtakım ilkeler ilan edildi ve bu ilkelerin de eleştiriye açık olduğu belirtildi. Yani ortada sınırları kesinleştirilmiş bir program ya da talep yok, sadece bir tartışma önerisi var. Böyle bir öneri için genç çocukları hendeklerde ölüme göndermek ise ne ahlaken ne de siyaseten kabul edilebilir.

Eğer gaye özerklik veya özyönetim olsaydı, bunun mücadelesi HDP üzerinden ve parlamento zemininde verilebilirdi. Zira HDP, parlamentoda üçüncü büyük parti durumundaydı. Ayrıca üçü büyükşehir ve sekizi şehir olmak üzere toplamda 102 belediyeyi de yönetiyordu. Bu nitelikleri ile en uygun aktör olan HDP, nasıl bir özerklik sistemi öngördüğünü kristalize edebilir ve bunun için siyasi kanallardan en üst düzeyde mücadele verebilirdi.

Kısaca ne Dolmabahçe, ne de özerklik/özyönetim talebi bu şiddetli çatışmalı hali açıklayabilir. Derinlerde daha büyük bir neden var. O da zannımca Suriye ile alakalı. Bütün fırtına Suriye yüzünden kopuyor. Bu da şu andaki çatışmayı geçmiştekilerden farklı kılıyor ve çözümü de zorlaştırıyor. Şöyle ki: PKK, Suriye'de bir egemenlik sahası elde etti. Ortadoğu'da mevcut şartlardan ve içine girdiği müttefiklik ilişkilerinden istifade ederek bu egemenlik sahasını tahkim etmek ve genişletmek PKK için birincil derecede önem taşıyor. Devlet ise bu durumdan rahatsız. Ankara, Suriye'de PKK'nin hükmettiği bir yapılanmanın oluşmasını ve bunun Rusya ve İran'ın desteğiyle alanını genişletmesini kabul edilemez buluyor.

PKK’nın değişen öncelikleri

Çatışma da tam bu noktada başlıyor. PKK önceliklerini değiştiriyor. Bugün PKK için Suriye'deki iktidar alanı, Türkiye'deki Kürtlerin durumundan daha büyük bir önem taşıyor. Bunun için Türkiye'de güçlü olduğu bölgelerde savaşı şehirlere taşıdı. Böylece PKK, hem devleti güç duruma düşürüp onu Suriye'de kendi hizasına getirmeyi, hem de olası bir müzakere masasına daha kuvvetli bir şekilde oturmayı planlıyor.

Devlet ise PKK'nin çatışmaları başlatmasını bir fırsat olarak görüyor ve çözüm süreci boyunca kaybettiğini düşündüğü alandaki hâkimiyetini yeniden kazanmaya gayret sarf ediyor. Çatışmaların tamamen yıkıcı bir karakter kazanmasının altında bu hesaplar yapıyor.

Tarafların hesapları ne olursa olsun halkın çatışmalara tepkisi büyük ve tepkilerden her iki taraf da payına düşeni alıyor. PKK'nin çatışma stratejisi halktan destek görmüyor. PKK'ye yönelik eleştiriler artıyor, taban yapılanlara razı olmadığını hendeklerin arkasında durmayarak ve özyönetim ilan edilen bölgeleri terk ederek gösteriyor. Öte yandan devletten duyulan rahatsızlık da büyüyor. Uzun süren yasakların ve artan hak ihlallerinin faturası devlete kesiliyor. Devlet bir çözüm üretmek zorunda. Bu da şehirlerde tankların ve zırhlı araçların sayısını artırarak, namluları halkın üzerine tutarak olmaz.

Dolayısıyla çatışma halini sürdürmek aslında her iki taraf için de zor ve tehlikeli. Buna rağmen taraflardan mevcut pozisyonlarını koruyacakları yönünde sinyaller geliyor. Karşılıklı olarak dil keskinleşiyor, milliyetçi tavır ve politikaların dozu artıyor. Sorunu çözebilecek mekanizmalar tıkanıyor, görüşme imkânları tüketiliyor. Şehir savaşının devleti yıprattığı kanaatinde olan PKK hiçbir şekilde geri adım atmayacağını, aksine bu stratejiyi derinleştireceğini deklare ediyor. Devlet ise, ahlaken haklı bir noktada olduğunu ve PKK'nin kitlesel desteğinin eridiğini düşünüyor. Bu nedenle bu çatışma sürecini mümkün mertebe PKK'yi güçten düşürmek için kullanmak istiyor.

Hasılı, eğer bütün olan biten yalnızca yüzeydekilerden müteşekkil ise -yani 2012'de olduğu gibi savaş tamtamlarına karşın taraflar arasında kapalı kapılar arkasında birtakım görüşmeler yapılmıyorsa- kısa vadede bu çatışma sürecinden çıkmak zor gözüküyor. Çünkü hem tarafların çatışmalardan beklentileri son derece yüksek, hem de çatışmanın kaderi Türkiye'deki gelişmelerden ziyade Ortadoğu'nun alacağı şekle bağlı. Taraflar bilhassa Suriye üzerinde asgari bir mutabakata varmadıkları müddetçe çatışma çatallanacak ve barışı tesis etmek güçleşecek.