Cazibemiz nedir?

Abone Ol

Son dönemlerde kent ile en çok anılmasını istediğimiz ve temel sektör olarak gördüğümüz alanlardan birisi turizm.

Hatta turizm kentin en temel faktörü olarak görülüyor.

Neden?

Çünkü getirisi var.

Turizm kazandırıyor.

Peki diğerleri kazandırmıyor mu?

Yok böyle bir şey.

Kimisine turizm kazandırıyor, kimisine sanayi.

Kimisi tarım ve hayvancılıkta öncü, kimisi hizmet sektöründe.

Öyle ya da böyle bir şekilde öne çıkılıyor.

Turizm en cazip olanı.

Ama en kolay olanı mı?

Asla.

Gözle görülür ve cazibesi yüksek olduğu için böyle kategorize ediliyor.

Ama turizm sadece güneş, kum, denizden ibaret değil.

Olayı böyle sınırlayınca yanlışa düşüyoruz.

Turizmin saç ayakları çok.

Hele ki son yıllarda.

Bunu gören kazanıyor, bunu iyi yorumlayanlar bu işten nasipleniyor…

Hiç denizi, plajı, havuzu olmayan ve milyarlarca dolar kazanan kentler var.

Bunu başarıyorlar.

Nasıl peki?

Değer, zenginlik ve potansiyellerini iyi okuyorlar.

Yoksa da bir şeyler üretiyorlar.

Aynen öyle.

Yapay bir cazibe de yaratıp turizmden kazanabiliyorlar.

Mesela biz Paris’i Eyfel ile özdeşleştiriyoruz.

Pisa Kulesi’ni İtalya ile.

Peki Eyfel olmasa Paris yine Paris olur muydu?

Ya da bu kadar cazip olur muydu?

Ya da bir şey daha.

Pisa Kalesi, Pisa diye bir kentte.
Hepimizin aklına görünce İtalya geliyor.

Ama Pisa diye bir kente dair diğer detayları çoğumuz bilmiyoruz.

Pisa’dan kazanıyor.

Ya gerisi?

İşte böyle örnek çok.

Bu örneklerden birisi son dönemlerdeki gastronomi turizmi ile yapılıyor.

Tutacak dalı olmayan birçok kent gastronomi gibi alanlardan dahil olup kentleri cazibe merkezi haline getiriyor.

İnsanlar bir şeyler yemek için kentlere akın ediyor.

Ya da… Bir basit zenginlik diğerleri ile ilintili hale getiriliyor.

Artırılıyor, çoğaltılıyor.

Sonra da turizm dediğimiz sektörde pazarlanıyor.

Burada anahtar kelime pazarlama.

Bence turizm sektörünü konuşurken es geçilmemesi gereken olay da bu.

Pazarlama.

Sizin dünyanın en güzel vadilerine, ovalarına sahip olmanız ne yazar?

Bu pazarlamadıktan ve sadece siz gördükten sonra bir anlamı var mı?

Ya da siz dünyanın en güzel kentinde yaşıyorsunuzdur, bu güzelliği sadece siz tadıyorsunuzdur o zaman oraya dünyanın en güzel yeri demeniz ne kadar doğru?

Herkesin güzel dediği bir kent olmak için herkesin gördüğü bir kent olmak lazım.

Bunu kaç kent başarabiliyor.

Ya da kaç kent bunu görüp buna göre bir planlama yapıyor.

Eskiden azdı, şimdi çok!

Bunu okuyan kentler var.

Peki biz neredeyiz?

Biraz gerilerde.

Üstelik.

Doğal, kültürel, tarihi, gastronomi zenginliğimiz çok üst düzeyde olmasına rağmen.

Neden?

Çünkü doğru bir planlama hep eksik kaldı.

Biz kendimizi Doğu’nun Paris’i olarak tanımlıyoruz ama Paris’in bundan haberi yok.

Paris tutkunlarının da bundan haberi yok.

Biz Paris diyoruz sadece.

Eee, o zaman bu nasıl Paris?

Olmaz.

Bunun gibi sayısız örnek sıralayabilirim.

O kadar çok ki hem de.

Yolu sıralamak değil.

Yolu tüm bu zenginlikleri bir potada buluşturup bir yöntem ile sisteme dahil edebilmek.

Biz bunu henüz yapamıyoruz.

Yapabilsek tamam diyeceğiz.

Bizim sektörümüz turizm.

Ama henüz diyemeyiz.

Çünkü turizm kahvaltımız ile sınırlı değil.

Sadece Van Gölü demek de değil.

Turizme dahil edeceğimiz çok şey var.

Bunlardan birisi doğa, coğrafya…

Sonracığıma Urartu.

Dünyanın bir çok kenti böyle yapıyor.

Eski bir medeniyet üzerinden bir çıkış inşa ediyor.

Biz bu konuda da zayıfız kusura bakmayalım.

Urartu tek başına bile bir cazime meselediri.

Gözden kaçırmamak lazım.

Bir çok kent eski uygarlık, medeniyet ve antik kentler üzerinden hala vasfını sürdürüyor.

Bizim tutunmamız gereken şey yani.

Yoksa Van’ın bu gri, beton hali kurtarmaz yani.

Elimizde Urartu var.

Doğa var,

Tarih var,

Coğrafya var,

Aş var,

Var da var.

Mesela Urartu Sempozyumu yapıldı geçen günlerde…

Bir çok uluslararası davetli vardı.

Yabancı hocalar Urartu’yu nasıl çalışmışlar görseniz.

Urartu onlara göre de acayip bir medeniyet.

Say say bitiremiyorlar.

Haliyle bu sempozyum işi doğru hamle!

Ama yeterli değil.

Çok dahası lazım.
Urartu üzerinden çok yürümek lazım.

Yıllardır pasifteydi, nihayet gün yüzüne çıktı.

Bunda Erol Uslu’nun payı büyük.

İl Kültür ve Turizm Müdürü olduktan sonra zenginlikleri işin içine katmaya çalışıyor.

Bu sempozyum onlardan birisi.

Ötesi de gelir.

Fazlası da olur.

Demişken aklıma geldi.

Van bir sempozyum/konferans kenti de olabilir.

Buluşmalar burda yapılır.

Bu da bir turizm.

Olur yani.

Kış turizmi de olur, yaz turizmi de.

Yeterki planlama doğru olsun.

Yeter ki doğru alana çalışalım.

Cazibe var.

Önemil olan bu cazibeyi doğru yönetebilmek.

Yoksa kağıt üstünde cazibe merkezi kentler arasında olmak bize bir şey katmıyor.

Belki de bizden götürüyor.

Nasılsa cazibe merkeziyiz diye bir şey yapmıyoruz.

Yapmadıkça cepten yiyoruz.

Bizimki de böyle bir şey.

Bence artık zamanı geldi.

Mesele turizmse bu işe biraz farklı bakalım.

Turizmi planlarsak, kazanırız.

Yoksa anca ayı tamamlarız.

Ne aç, ne tok.

Böyle bir şey.